Takdim
Bilindiği gibi Türkler, dünya tarihinin en dinamik ve kudretli milletlerinden biridir. Üç kıtada çeşitli kültür ve medeniyet sahaları içinde bir çok devletler kurmuş Türk Milletinin binlerce senelik hukuk tarihlerini böyle kısa sürede takdim edilmesi planlanan bir tebliğde incelenmesi mümkün değildir. Ancak "bir şey tamamen elde edilmezse onu tamamen terk etmek de doğru olmaz" kaidesince, belki büyük bir deryadan küçük bir katre misali Türklerin hukuk tarihinden bahsetmek belli bir zaruretin neticesidir. Zira geçmişini bilmeyen millet geleceğe hazırlanamaz.
Türkler, Avrupa ve Asya arasında uzanan bozkırların, at besleyen ve uzak doğu ile Önasya ve Ortaavrupa arasındaki istila ve göç yollarını yüzyıllarca kontrol altında bulundurmuşlardır. Atlı, göçebe ve savaşcı bir millet olarak tanınan Türklerin, büyük bir kolaylık ve süratle tarihî kültür sahalarının birinden diğerine geçmeleri ve yerleşmeleri tarihçileri şaşırtmıştır. Bu nedenle Türklerin tarihlerinin her safhasında, her çeşit medeni teşkilattan mahrum ve göçebe geleneğinden kurtulamamış basit askerler olarak kaldıkları zannedilmiştir. Türklerin Memleketi veya Turan Ülkesi diye adlandırılan Türkistanda avcı veya göçebe olarak yaşayan ve müslüman olmayan Türklerin bir hukuk sistemi varmıydı? Timur'un oğlu Şah Ruh Mirza'nın yaptırdığı bir araştırmaya dayanarak Türkler'in "Nice bin yıldır icra olunan" kanunlara sahip olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak bizim üzerinde duracağımız konu bu değildir. Biz, burada sadece Türklerin müslüman olduktan sonraki hukuk sistemleri üzerinde duracağız.
Gerçekten Türklerin tarihçe-i hayatlarında İslâmiyetin tesiri altındaki hukuklarının ayrı bir önemi vardır. Türkler fasılasız olarak tam 986 yıl İslâm hukukunu uygulamışlardır. Ayrıca bu konuda daha önceki hukuk sistemlerine nazaran daha fazla ve sağlam bilgilere sahip bulunmaktayız. Yine İslâm hukuku, 1926 yılına kadar Türkiye'de uygulanmış ve bugün hâlâ bir kısım İslâm ülkelerinde uygulanmaktadır. Bu nedenle hem tarihî hem de güncel bir mevzudur.
Bilindiği gibi başlangıçta Türkler İslâmiyete biraz soğuk bakmışlardır. Ancak zeki bir millet olan Türkler, Müslümanların hakimiyetlerinin sağlam esaslara dayandığını ve müslümanların idaresi altında Ön ve Orta Asya arasında medenî ve ticarî münasebetlerin kolaylığını görünce, İslâm dinine karşı ilgi duymaya başlamışlardır. Bir kısım küçük Türk beyliklerinden sonra Orta Tiyanşan'da yaşayan Karahanlılar'ın güçlü hakanı Saltuk Buğra Han "Abdülkerim" adını alarak 920 yılında İslâm dinini kabul etmiştir. İşte bu olay nice yüzyıl sürecek olan Türk tarihinin kaderini değişmiştirmiştir. 940 yılında devlet olarak İslâm hukukunu uygulamaya başlayan Karahanlılar, ilk Müslüman Türk Devleti olarak tarihe geçmişlerdir.
Türkler, müslüman olduktan sonra küçüklü büyüklü 100'e yakın devlet kurmuşlardır. Bunların en uzun ömürlüsü ise 625 yıl ile Osmanlı Devleti olmuştur. Hem İslâm hukukunu uygulayan son Türk devleti hemde en uzun ömürlüsü olması açısından Osmanlı Devletinin, Türk-İslâm Devletleri arasında ayrı bir yeri ve önemi vardır.
Türklerin müslüman olmasının Türk Hukuk Tarihi açısından önemli sonuçları vardır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:
1-Daha sonra Selçuklu ve Osmanlılarla üç kıtaya hakim olacak Türkler'in, hakimiyet merkezi Moğolistan'dan Doğu Türkistan'a nakledilmiş, böylece açık denizlere ulaşmak için bir başlangıç yapılmıştır.
2- İslâmiyeti safiyetinden uzaklaştırmak isteyen Sasanilerin sinsi planları gerçekleşememiş ve İslâmiyet günümüze kadar ilk günkü safvetini korumuştur. Karmatiler, Zerdüştiler ve benzeri fesat çetelerine karşı Bağdat'daki Abbasi halifeleri bizzat Oğuzlar ve diğer Türk kabilelerine mektuplar göndererek onları "İslâm'ın Kılıncı" olmaya davet etmiştir. Türkler de asırlar boyu bu vazifeyi seve seve yerine getirmişlerdir.
3- Kendilerini İslâmı korumak için Allah'ın ordusu kabul eden Türk milleti, sadece cephelerde kılıç sallamakla kalmamıştır. Kıyamete kadar en etkili silah olan ilimde zirveye ulaşmış ve İslâm dininin her meselesinde en isabetli araştırmaları yapmışlardır. Böylece onu gelecek nesillere aktarmakta da büyük vazifeler yüklenmişlerdir. Hanefi mezhebinin kurucusu Ebu Hanife'nin en mümtaz talebesi İmam Muhammed'in altı temel eserine sadece Karahanlılar zamanında üçyüze yakın şerh yazılmıştır. Bu eserlerden Serahs'lı Muhammed'in günümüzde de en önemli İslâm hukuku kaynağı olmakta devam eden 30 ciltlik "Mebsut" isimli eseri tam bir hukuk abidesidir. İslâm hukukunun bütün meseleleri bu kısa Karahanlılar döneminde öylesine vuzuha kavuşturulmuştur ki, Osmanlılar dahil olmak üzere daha sonra gelen bütün Türk-İslâm devletlerinde hukukçuların ana kaynağı, bu devirde telif edilen hukuki eserler olmuştur.
4- İslâmı ve İslâm hukukunu ilk benimseyen Türk devleti olan Karahanlılar, ameldeki dört hak mezhepten Hanefi mezhebini kabul edip uygulamışlardır. Bunun sonucu olarak daha sonraki Türk-İslâm devletlerinde istisnai haller dışında hep bu mezhebin görüşleri kabul edilmiş ve uygulanmıştır. Bugün dünya yüzeyinde yaşayan müslümanların çoğunluğunun Hanefi olması da aynı sebebe dayanmaktadır.
Osmanlının son zamanlarında İslâm hukukunun modern kanunlar haline getirilmesi çalışmalarının başı olan Mecellede de yine hanefi hukukçularının görüşleri esas alınmıştır. Mecelleden sonraki çalışmalarda bilhassa Hukuk-ı Aile Kararnamesinde diğer mezheplerin görüşlerine de müracaat edilmiştir. Yine Mecelleyi tadil ve ikmal etmek için yapılan çalışmalarda da zamanın zaruretleri de nazara alınarak Hanefi mezhebi ile bağlı kalınmayacağı hükme bağlanmıştır. Daha sonra bu çalışmalar kanunlaşamadan ilgili komisyonlar lağvedilmiştir.
Ancak hemen belirtelim ki, Türkler hiç bir zaman mezhep taassubuna girmemiş ve diğer mezhep hukukçularının görüşlerine de gereken hürmeti göstermişlerdir. Hatta Osmanlı Devletinde Mısır gibi şafi mezhebine mensup beldelere kadı tayin edilirken kadının da şafii olmasına dikkat edilmiştir. Ayrıca kadı huzuruna gelen taraflara ilk sorulan suallerden biri hangi mezhebin usulüne göre yargılanmak istediği olmuştur. Yine devletin çeşitli meselelerinde Hanefi mezhebinde konu ile ilgili görüş bulunmadığı hallerde diğer mezheplerin görüşlerine müracaat edilmiştir.
Burada üzerinde durulması gereken üç şey vardır: 1- İslâm Hukuku nedir? Özellikleri, diğer hukuk sistemlerinden farkları nelerdir? 2- Türkler İslâm hukukunu tam olarak uygulamışlar mıdır? Uygulamışlarsa nasıl? Uygulamadılarsa neden? Şimdi bu sorulara sırası ile cevap arayalım.
İslâm Hukuku ve Özellikleri
Genellikle İslâm hukukunu ifade etmek için şeriat ve fıkıh kavramları kullanılmaktadır. Şeriat, Yüce Yaratıcı'nın elçileri vasıtasıyla kullarının mutluluğu için vaz' ettiği hükümler manasına gelmektedir. Görüldüğü üzere şeriat Allah'ın insanlara gönderdiği itikadi, ahlaki ve hukuki hükümlerin bütününü içermektedir. Bu nedenle sadece hukuki hükümleri içine alan fıkıh kavramının kullanılması maksadı ifade etmesi açısından daha isabetli olacaktır. Ne var ki, artık İslâm hukuku kavramı daha yaygın hale gelmiştir.
İslâm hukukunu diğer hukuk sistemlerinden ayıran bir takım özellikleri vardır. İlk olarak İslâm hukukunun menşei Allah'ın iradesidir. Her ne kadar İslâm hukukunun kaynakları Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas olarak belirtilse de netice itibarıyla hepsi de Allah'ın iradesi doğrultusunda noktalanmaktadır. Çünkü Kur'an bizatihi Allah'ın iradesidir. Hz. Peygamber ise Allahtan vahiy veya ilham almadan hüküm vaz' etmemektedir. İcma zaten var olan bir hükmün yorumlanmasıdır. Kıyas ise, benzetme yolu aynı hükme tabi kılmadır. Bu nedenle İslâm hukuku kutsaldır. Diğer hukuk sistemlerinin menşei ise genelde insan iradesidir. Bazı noktalar ilahi iradeye istinat etse de ifade ve değişkenlikleri itabıryla insanların iradesine dayanmaktadırlar.
İkinci olarak, İslâm hukukunun müeyyideleri diğer hukuk sistemlerinden farklı olarak düalist yani ikilidir. Dünyevi müeyyidelerinin yanında birde uhrevi müeyyideleri ile insanları çepeçevre sarmıştır. Her nasılsa dünyevi müeyyidelerden kurtulan kişi ahirette ilahi adalete hesap verme duygusu içinde olduğu için caydırıcılık unsuru diğer hukuk sistemlerine nazaran daha ağır basmaktadır. Bunun en çarpıcı örneğini Cuma vaktinde yapılan alış-veriş oluşturmaktadır. Bilindiği üzere cuma vaktinde yapılan alış veriş hukuken geçerli fakat diyaneten haram kabul edilmiştir.
İslâm hukukunun diğer önemli bir özelliği ise, değişken olmamasıdır. Bütün insanlara ve bütün zamanlara hitap etmekte, başka bir ifade ile yer ve zaman açısından evrensel bir nitelik arzetmektedir. Menşei ilahi olduğundan konulması ve kaldırılması tamamen ilahi iradenin çizdiği sınırlar içinde olmaktadır. Zaten genel esasların değişmesi ve değiştirilmesi söz konusu olamaz. Bütün insanlar eşittir, cezalar şahsidir prensiblerinde olduğu gibi. Kur'anda ve sünnette temellenmiş olan gerek özel hukuka gerekse kamu hukukuna ait hükümlerin de değişmesi ve değiştirilmesi mümkün değildir. Çünkü İslâm inancına göre Allah ve onun elçisi her şeyin en doğrusu bilendir ve mutlaka insanların yararına olan hükümler vaz' etmişlerdir. Teferruata ilişkin olan ve kitap ve sünnette tanzim edilmemiş olan hükümler ise yere ve zamana göre değişiklik arzedebilir. Nitekim Mecellede bu husus " Azmanın tağayyuru ile ahkamın tağayyuru inkar olunamaz" şeklinde ifade edilmiştir. Örf ve adet kaideleri bunun en güzel misalidir. Çünkü bir yerde örf ve adet haline gemiş olan bir hususun başka bir yerde örf ve adet haline gelmemesi veya tam aksinin örf ve adet haline gelmesi normaldir. Zaten hayatla birlikte değişen de bu nevi kurallardır. Yoksa cezaların kanuniliğinin, şahsililiğinin yere ve zamana göre değişmesi düşünülemez.
devamı var
Yer imleri