Sayfa 20/21 İlkİlk ... 161718192021 SonSon
413 sonuçtan 381 ile 400 arası

Konu: Söylemesi zor, yazması ise daha kolay..

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1
    yusuf şenol çetin
    Yalın - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    09/09/2007
    Yaş
    61
    Mesajlar
    1.445
    Nereden
    İstanbul
    Rengi
    Yok
    Edilen teşekkür: 737

    Standart

    yaşanmış bir hikaye
    Dünyada iki gül olsun, biri kırmızı biri beyaz, sen beni unutursan kırmızı gül solsun, ben seni unutursam beyaz gül kefenim olsun”.

    Bir söylenceye göre düşman iki ailenin çocukları olan Ali ile Zehra biribirine Ölesiye sevdalıymışlar. İki genç daha çocukken ailelerinin düşmanlığına rağmen, gönül verip sevmişler biribirilerini. Aşkları, gökle- yerin aşkı kadar büyük, çiçekle suyun-aşkı gibi temizmiş…

    Günler gecelere, geceler günlere akıp giderken, herkes aşkına göre almış hisesini hayatın pınarından.. Yıllar su gibi akıp gitmiş, Ve yöre de herkesin dilinde Zehra kızın güzelliği söylenir, Zehra kızın güzelliği konuşulur olmuş. Taa.. topuğuna kadar inen saçları, simsiyah gözleri, inci dişleri, kıpkızıl dudakları, pembe yanakları ve tanrı heykelleri gibi kusursuz bedeni ile perileri kıskandıracak kadar güzel ve alımlıymış…

    Derken Ali ile Zehra büyüyüp evlenme çağına erişmişler ama evlenmelerine her iki tarafta bir türlü razı olmamış. İki düşman aile arasında kavgalar başlamış, günlerce silahlar patlamış…

    Zehra ile Ali de çevrelerine aşklarını, biribirine bağlılıklarını kanıtlamak için evlerini terkedip iyi yürekli bir çobanın yardımıyla uzak bir vadideki mağaraya gizlenip yıllarca orada barınmışlar.

    Zehranın kardeşleri her yeri aramış taramışlarsa da hiç bir yerde izine rastlamamışlar. Epey bir zaman yabani meyveler, bitkiler, kökler yiyerek ve geceleri çobanın köyden taşıdığı yiyeceklerle yaşamlarını sürdürmüşler…

    Dolunaylı gecelerde iki derin vadi arasındaki mağaranın Önünde oturup, alt tarafından çağıl çağıl akan sulara bakarak dağlara, taşlara türküler yakmışlar.
    Zehra kızın saçları gece, gÖzleri yıldız, bakışları gökkuşağını andırırmış. Baktıkça rengarenk bir ahenk sararmış vadinin içini… Her sabah gün burada aşkla başlayıp, aşkla bitermiş… Kuşların inceden soluyuşu, ağacların nazlı nazlı sallanışı, yaprakların hışırtısı bir başka güzelleştirirmiş çevreyi… Renk renk, desen desen çicekler içinde, pınarların da akışıyla bu renk ve ahenk harmonisi, iki gönül coğrafyasının ve iki yurek ikliminin mutluluğuyla uzayıp gitmiş günler…

    Genç adam sevdiği kıza her gün hayran hayran bakarak sazına sarılıp türküler dizermiş ırmaklara… Dağ, taş dillenirmiş sesini… Sevdiğinin gÖzleri denizin incileri, dişleri mercan, saçları gecenin karanlığı, gülüşü bahar gülü kadar güzelmiş, güldükçe cangülleri saçılırmış dağa, taşa…

    Sonra Zehra kızın kardeşleri iz sürüp yatmışlar pusuya. Herşeyden habersiz dağlara, kayalara saz çalıp sevdiğinin ceylan gözlerine türküler söyleyen Ali tek kurşunla kayadan aşağı yuvarlamış.

    Ağıt yakıp saçlarını yolan Zehra kız Ali nin acısına dayanamayıp ümitsizliğe kapılarak oda kendini aynı uçurumdan aşağı bırakır.

    İkisi yan yana gÖmülür. Sonraları kızın baş ucuna ak, erkeğin başucunda al bir gül fidanı çıkar ve her bahar yeşerip biri ak biri kırmızı gül açarak biribirine sarılarak tekrar kavuşurlar hiç ayrılmamak üzere....

    Yelpınarın suyu gövdelerine değdikçe ağlamışlar, iri iri yaşlar süzülmüş yapraklarından… Beyaz duvağını takıp tomurcuğuna, ağıtlar yakmışlar kayalara dönüp sırtını munzur dağına. Ne zamanki acısı, ne zamanki hasreti işlemiş kayalara bu iki çiçeğin, paramparça olmuş kayalar, her parça kızıl bir ağgül olmuş kanamış. Yıllarca pınarlar kan akmış… Tarifsiz bir acı çökmüş her yana…

    İşte o gün bu gündür her bahar biribirine kenetlenen bu iki çiçeğin olduğu yerde ağlama ve inilti sesleri duyulur geceleri… Halk arasında mağaranın Önünde gömülü olduğuna inanılan bu iki sevgilinin aslında Ölmediklerinin, onların değişik zamanlarda değişik şekillerde göründüğüne dair rivayet edilir.

    Halk arasında hala iki sevgilinin, iki çiçeğe dönüşerek yaşadıklarına inanan yörenin gençleri. Bu söylentilerin de etkisiyle olacak ki, her bahar mağarayı ziyaret ederek dilek tutup kısmet ve murat duası ederler…

    Rüzgarın sesi bu yörelerde her gece yaşanmış efsaneleri fısıldar. Bazen yaşlı bir ninenin anlattığı masalda dillenir, bazen de bir sazın tellerindeki ezgide..
    alıntı

  2. Bu mesajı için 2 kişi Yalın'ye teşekkür etti:


  3. #2
    yusuf şenol çetin
    Yalın - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    09/09/2007
    Yaş
    61
    Mesajlar
    1.445
    Nereden
    İstanbul
    Rengi
    Yok
    Edilen teşekkür: 737

    Standart

    anne özlemi
    gül annem
    bu mektubu sınıfta yazıyorum.
    öğretmen'imiz,herkez anne'sine mektup yazsın dedi.
    bende,ben babama yazabilirmiyim.çünkü anneme mektup yazmamı babam yasakladı dedim.
    öğretmenim
    sende annene yazacaksın bende senin mektubunu annene yollayacağım dedi.
    işte bende yazıyorum.
    merak etme gül annem öğretmenim babama söylemiyecekmiş.
    ben iyiyim,kiloda aldım.
    babam az ye anasıkılıklı diyor ama ben çok yiyiyorum.
    teyzem beni sana getirecekti ama
    babam teyzemi kovdu.
    o benim için öldü onun kocasıda kızıda yok dedi.
    teyzem ağladı,bende ağladım.
    babam bana çocuklar hapishaneye gidemez,giderse bir daha eve dönemezsin orda kalırsın diyo.
    orda çocuk varmı anne
    hergece dua ediyorum hapishane kapansın diye
    gül annem bir resmini yollarmısın.Yüzünü Unuttum.
    evdeki bütün resimlerini babam sobada yaktı.
    ama kırmızı terliğini ben giyiyorum
    babam birtek ona kızmıyor.
    bazen ayağımdan cıkıyo.
    Zaten,seni hiç göremeyecekmişim.
    babam herkeze onun anası öldü diyo.
    Sen Öldünmü Anne.
    sen resmini öğretmenime yolla,bensana okulda bakarım.
    bu hafta yerlimalı haftasını kutladık,çok iyi oldu.
    İnçir ve Çeviz yedik,Encok ben yedim.
    herkezin annesi kek ve poca yapmış.
    babam bana simit aldı,ben ağladım.
    babam ağlayınca çok kızıyo,sessiz ağla diyo,sessiz ağlanmıyorki.
    çabuk gel emi anne öğretmenler odasında görüşürüz.
    seni çok çok seviyorum Öperim.
    sen hep gül emi anne

  4. Bu mesajı için 2 kişi Yalın'ye teşekkür etti:


  5. #3
    yusuf şenol çetin
    Yalın - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    09/09/2007
    Yaş
    61
    Mesajlar
    1.445
    Nereden
    İstanbul
    Rengi
    Yok
    Edilen teşekkür: 737

    Standart

    Eski Bir Tapınak Yazıtı
    Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş, sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış.
    Bağışla ve unut.
    Ama kimseye teslim olma. İçten ol; telaşsız, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver.
    Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır.
    Yalnız planlarının değil başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur.
    Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın.
    İşini öyle sev ki; başarılarının bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.
    Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma.
    Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme.
    İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz.
    Ve unutma ki, insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden fazla değildir.
    Aşka burun kıvırma sakın; o çöl ortasında yemyeşil bir bahçedir.
    O bahçeye layık bir . bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.
    Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et.
    İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir
    ömür boyu sürer.
    Bazı idealler o kadar değerlidir ki,
    o yolda mağlup olman bile zafer sayılır.
    Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.
    Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğine yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.
    Rüzgarın yönünü değiştirmediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla.
    Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getirmediğinle ilgilenir.
    Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır.
    Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.
    Hatırlar mısın doğduğun zamanları...
    Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu.
    Öyle bir ömür geçir ki herkes ağlasın öldüğünde,
    sen mutlulukla gülümse.
    Sabırlı, sevecen, erdemli ol.
    Önünde sonunda bütün servetin sensin.
    Görmeye çalış ki , bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik güzel mekanıdır
    alıntı

  6. Bu mesajı için 2 kişi Yalın'ye teşekkür etti:


  7. #4
    Gizem T.
    GaladrieL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    18/03/2007
    Yaş
    43
    Mesajlar
    2.035
    Nereden
    Ankara
    Rengi
    Egzotik Kırmızı
    Edilen teşekkür: 332

    Standart

    Bazen nehir olup akıp gitmektir yaşamak,
    Bazen yemyeşil bir yaylada güneşle yeniden doğmak..
    Kah fırtınalar kopar karanlık gökyüzünde,
    Kah gökkuşağı açar yağmurdan sonraki güneşle..
    Büyüsüne kapılıp, her doğan günle taze bir nefes almaktır yaşamak..


    Her sabah güne başladığınızda, sizinle birlikte güne başlayan tüm doğayı hissedin..
    Sağlıklı nefes alabiliyorsanız, buna şükredin, sadece sevin ve sevdiğinizi gösterin....
    ..an extensive current of wind, rushing great velocity and violence..

  8. Bu mesajı için 5 kişi GaladrieL'ye teşekkür etti:


  9. #5
    Erdi YILMAZ
    Fiat Türkiye Forum
    FiatTR | PuntoTR
    GrandePuntoTR

    erdiyilmaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    16/12/2006
    Mesajlar
    8.454
    Nereden
    Antalya
    Rengi
    Egzotik Kırmızı
    Edilen teşekkür: 5938

    Standart

    her gece seni kuşanıp çıkıyorum sokakLara,
    sanki hep sen varmışsın gibi yanımda,
    oysa ne sen varsın, ne sokakLar..
    sadece düşünceLer sadece hayaLLer...




    FiatTR | PuntoTR | GrandePuntoTR | PuntoEvoTR | BravoTR | LineaTR | 500TR
    Fiat Türkiye Forumları | 2006'dan Beri Sizlerleyiz | Reklam & İletişim: admin@grandepuntotr.com

  10. Bu mesajı için 5 kişi erdiyilmaz'ye teşekkür etti:


  11. #6
    yusuf şenol çetin
    Yalın - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    09/09/2007
    Yaş
    61
    Mesajlar
    1.445
    Nereden
    İstanbul
    Rengi
    Yok
    Edilen teşekkür: 737

    Standart

    Bayrak Bağımsızlık Bayrak Vatandır

    Rengini al kanla vermiş her şehit.
    Üstünde ay yıldız en büyük şahit.
    Bayraksız bir millet köle nihayet.
    Bayrak bağımsızlık, bayrak vatandır.

    Tarihler boyunca bayrak tacımız.
    Can verir uğruna ana bacımız.
    Bayrak için ölür yaşlı gencimiz.
    Bayrak bağımsızlık, bayrak vatandır.

    Bayrak için kükrer asil kanımız.
    Bayrağın uğruna feda canımız.
    Her taşı bir destan çevre yanımız.
    Bayrak bağımsızlık, bayrak vatandır.

    Bayrak baş tacıdır ey gafil zalim.
    Ebedi bu ulus, yok asla ölüm.
    Çanakkale yazar her zaman elim.
    Bayrak bağımsızlık, bayrak vatandır.

    Bayraksız yaşamaz uluslar asla.
    Özgürlük uğruna çok çektik yasla.
    Bayrağa kalkan el kırılır sesle.
    Bayrak bağımsızlık, bayrak vatandır.

    Sığırtmaç kurbandır bayrak uğruna.
    Vazgeçmez kurşunlar gelse bağrına.
    Şehitler dirilir, gider ağrına.
    Bayrak bağımsızlık, bayrak vatandır.

    alıntı

  12. Bu mesajı için 5 kişi Yalın'ye teşekkür etti:


  13. #7
    hikmet şekerlioğlu
    şekerlioğlu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    30/07/2007
    Yaş
    63
    Mesajlar
    897
    Nereden
    Tokat
    Rengi
    Vals Mavi
    Plaka
    07kg993
    Edilen teşekkür: 662

    Standart

    ya burası tam aşk bahçesi olmuş.
    Konu şekerlioğlu tarafından (12/04/2008 Saat 16:44 ) değiştirilmiştir.

  14. #8
    Mehmet Özcan
    Basın-Yayın Sorumlusu femoli - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    31/01/2007
    Yaş
    45
    Mesajlar
    18.861
    Nereden
    Ankara
    Rengi
    Beyaz
    Plaka
    YMS
    Edilen teşekkür: 7336

    Standart

    Benim de bir zamanlar sevdiğim vardı
    Beyaz dantel yakalı liseli bir kız.
    Bağlarda, bahçelerde, yaylalarda yeşeren
    Al karanfiller gibiydi aşkımız...

    Gülünce içimde rengârenk güzel,
    Güller açılırdı iri.
    Hani bilirsiniz ya yıldızsız siyah
    Geceler gibiydi gözleri.

    Bir mermer çeşmeden akan su gibi,
    Geçip gidiyordu günlerimiz.
    Biz bize yaşıyorduk kendi kaderimizi
    Bütün yaratıklardan habersiz.
    Ve yuvada bekleşen sabırsız, küçük
    Serçeler gibiydik ikimiz.

    Gözleri konuşurdu susunca, mahzun:
    'Seni seviyorum' derdi.
    Sevdadan, gurbetten, hasretten yana
    Sıcak türküler söylerdi...

    Üstelik bir ceylan gibi sebepsiz
    Ürkek halleri vardı.
    Ayrılık deyince oturup sessiz
    Çocuklar gibi ağlardı.

    Bilmiyorum şimdi kaç yıl, kaç mevsim
    İçli mektuplar yazdık.
    Bazen yan yana yürür, beraber otururduk
    Ama konuşamazdık.

    Ben görmedim şimdi öyle diyorlar
    Büyümüş artık liseli kız, gelin olmuş...
    Unuttum her şeyi diyormuş
    Ve her gece rüyâsını nur topu kadar güzel
    Sarışın çocukları süslüyormuş.

    Görsem çocuklarını şimdi diyorum
    Bakamam yüzlerine çaresiz
    Bana bakar çocuklar sessiz.
    Çocukları gözlerinden tanırım
    Biliyorum, hiç birşey bilmezler ama
    Bakamam, utanırım


    Sevilay...

  15. Bu mesajı için 4 kişi femoli'ye teşekkür etti:


  16. #9
    yusuf şenol çetin
    Yalın - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    09/09/2007
    Yaş
    61
    Mesajlar
    1.445
    Nereden
    İstanbul
    Rengi
    Yok
    Edilen teşekkür: 737

    Standart

    sensizlik zor hüzün kokulum
    Şimdi Sensizim kimsesizim
    Vurgun yemiş bir aşkın girdabındayım
    Bil ki Hüzün kokulum
    Sensizlik ağır geliyor
    Taşımak zor
    Beni yalnız koyma bu hayatta
    Daha çok erken veda için
    Ve çok geç unutmak için
    Şimdi gitmek yakışır mı bu sevdaya
    Vedalar zor
    Unutmak zor
    Sensizlik yakar içimi sen bilmezsin
    Hasretin içimde kor gibi yanar
    Sanki elimi uzatsam geleceksin
    Gelsen hasretimi bileceksin
    Yokluğunda ayağıma pranga vursunlar razıyım
    Acıtsınlar canımı diri diri yaksınlar
    Gözlerime mühür vursunlar
    Adımı Yaz Yağmuru Koysunlar
    Sen yoksan beni de yaşatmasınlar
    Yaşatmasınlar yar
    Sensiz kimsesizim Sensizlik ağır
    Sensiz yaşamak zor
    Sensizlik zor hüzün kokulum
    çok zor

  17. Bu mesajı için 2 kişi Yalın'ye teşekkür etti:


  18. #10
    yusuf şenol çetin
    Yalın - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    09/09/2007
    Yaş
    61
    Mesajlar
    1.445
    Nereden
    İstanbul
    Rengi
    Yok
    Edilen teşekkür: 737

    Standart

    ayakabı ve coçuk?
    Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onuseyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan,spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lükssayılmazdı ama, küçük bir dükkân için yeterliydi.
    Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle...
    Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola
    koyulduğunda, adam dükkândan dışarı fırlayıp:
    - "Küçüüük!" diye seslendi." Ayakkabı almayı düşündün
    mü? Bu seneki modeller bir hârika!"
    Çocuk, ona dönerek:
    - "Gerçekten çok güzeller!" diye tebessüm etti, "Ama
    benim bir bacağım doğuştan eksik".
    - "Bence önemli değil!" diye atıldı adam. "Bu dünyada
    her şeyiyle tam insan yok ki! Kiminin eli ek****
    kiminin de bacağı. Kiminin de aklı veya vicdanı."
    Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı
    sürdürdü:
    - "Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik
    olsa idi."
    Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru
    yaklaşıp:
    - "Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?"
    - "Çok basit!" dedi, adam. "Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hâttâ sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler..."
    Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işâret ederek:
    - "Baktığın ayakkabı, sana yakışır!" dedi. "Denemek ister misin?"
    Çocuk, başını yanlara sallayıp:
    - "Üzerinde 30 lira yazıyor" dedi, "Almam mümkün değil ki!"
    - "İndirim sezonunu senin için biraz öne alırım!" dedi adam, "Bu durumda 20 liraya düşer. Zâten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder."
    Çocuk biraz düşünüp:
    - "Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!" dedi, "Onu kimalacak ki?"
    - "Amma yaptın ha!" diye güldü adam. "Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım."Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
    - "Üstelik de öğrencisin değil mi?" diye sordu.
    - "İkiye gidiyorum!" diye atıldı çocuk, "Üçe geçtim sayılır."
    - "Tamam işte!" dedi adam. "5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zâten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!"
    Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkâna girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
    - "Benim satış işlemim bitti!" dedi, "Sen de bana, bunu satsan memnun olurum."
    - "Şaka mı yapıyorsunuz?" diye kekeledi çocuk, "Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?"
    - "Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş..." dedi adam,
    "Antika eşyalardan haberin yok her hâlde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder.
    " Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rûyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rûya. Adamın, heyecandan
    terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kâğıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
    - "Bana göre 20 lira yeterli." dedi. "İndirim
    mevsimini başlattınız ya!"
    Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına
    bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu.
    Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir
    mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu.
    Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak
    bir tebessümle teşekkür edip:
    - "Babam haklıymış!" dedi. "Sakat olduğum için
    üzülmeme hiç gerek yok! demişti."
    * Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
    * Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,
    * Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur
    * Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir
    alıntı

  19. Bu mesajı için 3 kişi Yalın'ye teşekkür etti:


  20. #11
    Mehmet Özcan
    Basın-Yayın Sorumlusu femoli - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    31/01/2007
    Yaş
    45
    Mesajlar
    18.861
    Nereden
    Ankara
    Rengi
    Beyaz
    Plaka
    YMS
    Edilen teşekkür: 7336

    Standart

    Yani yusuf abi tek kelime ile mükemmel emeğine sağlık paylaşım için arşive katacağım bir örnek daha

  21. Bu mesaj için teşekkür edenler:


  22. #12
    yusuf şenol çetin
    Yalın - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    09/09/2007
    Yaş
    61
    Mesajlar
    1.445
    Nereden
    İstanbul
    Rengi
    Yok
    Edilen teşekkür: 737

    Standart

    ÜÇ İHTİYAR MİSAFİR

    Bir kadın, kapıdan dışarı çıktığında, bembeyaz sakallı üç ihtiyarın kendi evinin önünde oturduklarını görür.

    'Ben sizi hiç tanımıyorum, der...

    Ama aç ve susuz olmalısınız... Lütfen içeriye gelin de sizlere bir şeyler ikram edeyim...'

    'Evin erkeği içerde mi?' Diye sorar adamlar.

    'Hayır, der kadın. Şu an evin dışında.'

    'O evde olmadığı sürece bizim bu eve girmemiz mümkün değil...' diye cevap verirler.

    Akşam olup kocası eve döndüğünde kadın olanları anlatır.

    'Peki, onlara söyleyebilir misin, der adam. Ben evdeyim artık, bu eve gelebilirler...'

    Kadın dışarı çıkıp bu kişileri içeri davet eder.

    Ama bu defa da;

    'Hepimiz aynı anda içeri girmeyiz' der yaşlı adamlar.

    Kadın öğrenmek ister;

    'Niye giremezsiniz?..'

    İhtiyarlardan biri açıklar:

    'Onun adı ZENGİN, der bir arkadaşını göstererek.

    Diğeri BAŞARI...

    Ben ise SEVGİ...'

    Sonra ekler; 'Şimdi içeri gir ve kocanla konuş. Hangimizi evinizde istersiniz?..'

    Kadın içeri girip söylenenleri kocasına anlatır. Adam duyduklarıyla neşelenerek;

    'Ne güzel, der. Madem öyle, Zengin'i içeri çağıralım ve evimizi zenginlikle doldursun...'

    Karısı itiraz eder;

    'Canım, niçin Başarı'yı çağırmıyoruz?'

    Bu sırada, evin diğer köşesinde bulunan gelinleri konuştuklarını duyar. Koşarak gelir ve kendi fikrini söyler;

    'Sevgi'yi çağırsak daha iyi olmaz mı? Evimiz sevgiyle dolar!..'

    'Gelinimizin teklifini dikkate alalım, der adam karısına... Dışarı çık ve bizim misafirimiz olması için Sevgi'yi davet et.'

    Kadın dışarı çıkar ve yaşlı adamlara sorar;

    'Hanginiz Sevgi idi? Lütfen içeri gel ve misafirimiz ol...'

    Sevgi ayağa kalkar ve eve doğru yürümeye başlar. Fakat diğer iki yaşlı adam da onu takip ederler... Kadın şaşırmış bir halde Zengin ve Başarı'ya sorar;

    'Ben sadece Sevgi'yi davet ettim, siz niye geliyorsunuz?'

    Zengin ve Başarı bir ağızdan cevap verirler:

    'Eğer Zengin'i ya da Başarı'yı davet etmiş olsaydın diğer ikisi dışarıda kalırdı. Ama sen Sevgi'yi davet ettin... O nereye giderse biz de ardından oraya gideriz. Çünkü nerede Sevgi varsa, orda Başarı ve Zenginlik de vardır!..'
    alıntı

  23. Bu mesajı için 2 kişi Yalın'ye teşekkür etti:


  24. #13
    yusuf şenol çetin
    Yalın - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    09/09/2007
    Yaş
    61
    Mesajlar
    1.445
    Nereden
    İstanbul
    Rengi
    Yok
    Edilen teşekkür: 737

    Standart

    Yusuf'un Hikayesi
    Kanallarında kuğuların, martıların ve ördeklerin gezindiği, güvercinlerin bu gezintiye kıyılardan eşlik ettiği, yemyeşil meralarında mübarek hayvanların tesbih ederek dolaştıkları bir köy kadar şirin küçük bir ülke olan Hollanda'da Müslüman olmuş bir Hollandalı ile tanıştık.

    Yeşil gözleri, beyaz teni ve kumral saçlarıyla tipik bir Hollandalıyı, pırıl pırıl bir çehreyle görmek pek alışılmış bir şey değildir. Bir arkadaşın evindeki sohbette karşılaştığımız bu "milyonda bir" talihliyle konuşmaya başladık:

    - İsminiz?

    - Yusuf.

    - Maşaallah... Peki, niçin bu ismi tercih ettiniz?

    - Yusuf Aleyhisselam-ı kuyuya atmışlar. Annem babam da beni 15 yaşımda sokağa attı.

    Bir anne ve babanın hayatlarını daha iyi yaşamak için evlatlarına tekmeyi yapıştırmalarını biz istesek de anlayamayız. Ama o böyle şeylerde çok karşılaştığını ima edercesine, dudağında acı bir tebessüm, bir tekme işareti yaparak anlatıyordu nasıl evden atıldığını.

    - Peki ya sonra?

    - Sonra ben çok kötü işlere girdim, hapishaneye düştüm. Allah'a dua ediyordum, "Allah'ım ne olur kurtar beni, hangi din güzelse onu seçtir bana" diye. Havasının soğuk, binaların soğuk, insanların soğuk olduğu bu ülkede böyle bir manzarayla karşılaşmak, sarp yamaçlarda tek tük biten çiçeklerle karşılaşmak kadar hayret vericiydi. Hapisten çıktıktan sonra dinleri araştırmaya başladım.

    Bir gün Müslümanlar'ın daveti üzerine gittiğim bir sohbette masanın üzerinde Kur'an-ı gördüm. Kur'an adeta konuşuyor, "Oku, oku beni" diyor, bir mıknatıs gibi beni kendisine çekiyordu. Daha sonra aldığım Kur'an mealini okudukça gözüm gönlüm açıldı ve hidayet bana nasip oldu.

    Yusuf Müslüman olduktan sonra İslam'ı yaşamak için çok gayret sarf etmiş; fakat maalesef etrafındaki eski kötü arkadaşları onun peşini bırakmamışlar. Yalnız kalan Yusuf eski günahlara meyleder gibi olmuş. İçine tekrar düştüğü zulmetlerden nasıl bir ikazla çıkarıldığını Yusuf şöyle anlattı:

    - Tekrar günah işlemeye başladığım zaman kendimi ateşin içine düşmüş gibi hissettim. Sanki vücudum yanıyordu. Garip şeyler duymaya başlamıştım: "İnneke fi zulümat" (Sen karanlıklardasın) sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Ne zaman gözüm harama kaysa "İnnallahe semian basira" (Allah herşeyi işiten ve görendir.) sesini duyuyordum.

    Bundan sonra Yusuf bu çevreyi terk etmesi gerektiğine karar verir.

    Bu arada bir gün, terasa bıraktığı motosikletinin üzerine komşusunun çocuğu çıkar, çocuk düşer ve ayağını incitir. Yusuf ise evde her şeyden habersiz, yeni sünnet olmuş, yalnız başına kalmaktadır:

    - Birden yine bir ses işittim: "Yusuf, kalk Allah'a dua et, seni öldürmeye geliyorlar." Ben de dua ettim:

    - "Allah'ım, şu şu arkadaşları benim evime gönder" dedim.

    Psikolojik rahatsızlıkları olan komşusu, birkaç kişiyi yanına alıp elinde bir zincirle kapıya dayanmış. Tam o sırada isim isim saydığı o arkadaşları gelmiş, kendisini kurtarmışlar.

    Yusuf, hayatının düzene girmesi için Müslüman birisiyle evlenmesi gerektiğini düşünmüş. O sıralarda evliliğiyle alakalı üç rüya görmüş. Birincisinde bir arkadaşıyla birlikte üçakla Türkiye'ye gidiyorlar. İkincisinde hanımının evini, kendisini ve isminin Fatma veya Fadime olduğunu, üçüncüsünde ise hanımıyla babası arasında bir tartışma görüyor.

    Aradan bir müddet geçtikten sonra bir Türk arkadaşı, evlilik hususunda kendisine yardımcı olmak istediğini söylüyor ve birlikte uçakla Türkiye'ye gidiyorlar. Konya'da birkaç kişiyle görüşüyor, fakat Yusuf rüyasındaki evi ve hanımını bulamıyor. Daha sonra bir köyden bir ailenin kızıyla görüştürmeye karar veriyorlar.

    Yusuf arabayla köye geliyor ve daha arabadan inmeden kızın ismini soruyor. Fatma olduğunu, bazen de Fadime diye diye hitap ettiklerini öğrenince sevincinden "Allahu Ekber!" deyip sıçrıyor.

    Evde, müstakbel gelinin ikram ettiği kahveyi içerken çok utandığını, buram buram terlediğini söyledi. Eski hayatını düşününce, onu değiştiren dinamiklerin ne kadar sağlam olduğunu bir kez daha tasdik ettik.

    Evlilikten sonra gördüğü rüyalardan hanımına da bahsetmiş. Hatta babasıyla aralarında geçen tartışmayı bile cümle cümle nakletmiş. Hanımı da:

    - "Sen nereden biliyorsun bunları" diye şaşkınlığını ifade etmiş. Kaderin garip bir cilvesi olarak kendisi de hep Avrupalı bir Müslüman'la evlenmek için dua edermiş.

    Yusuf başından geçen bir hadiseyi daha anlattı:

    - Bir gün Almanya'daki bir arkadaşımı çok özledim. Fakat bende adresi yoktu. Yine de Almanya'ya gittim. Bir taksiye bindim ve taksiciye beni herhangi bir camiye götürmesini söyledim. Caminin önünde inip kaldırımda yürürken arkamdan bir ses işittim: "Yusuf, ne arıyorsun burada?" Arkadaşım bana sesleniyordu.

    Bu tür garip hadiselerden ve daha önceleri duyduğu seslerden oldukça etkilenmiş olmalı ki, bir ara doktoruna bunların sebebini sormuş. Doktor, halüsinasyon deyip geçiştirmiş. Bize de sebebini sordu:

    - "Samimiyet ve ihlas" dedik.

    Samimiyette çevresine de oldukça tesir etmiş. Bir gün bir Türk arkadaşına:

    - "Sen cuma Müslümanısın" demiş. Arkadaşı böyle bir şeyi, sonradan Müslüman olmuş birinden işitince vurulmuşa dönmüş. Aradan çok geçmeden o da beş vakit namaz kılmaya başlamış.

    Bir gece rüyasında şeytanı görmüş, şöyle anlattı rüyasını:

    - Elinde süslü süslü yüzükler vardı. İnsanlar sıraya girmiş elini öpüyordu. Ama ben öpmedim.

    Yusuf, dünyanın süri ve fani güzelliklerinin insanı tatmin edemeyeceğini idrak etmiş. Şimdi dünyaya değil, Allah'a teslim olmuş kardeşlerini hararetle kucaklıyor.

    Hayatın geçmiş ve gelecek aynaları arasındaki yansımaları kaderi cilveler halinde tezahür etmiş. İlkokula giderken Arapça harfleriyle "Allah", "Allah" yazdığını şimdilerde fark ettiğini söyledi. (Yusuf Alan)
    alıntı

  25. Bu mesajı için 2 kişi Yalın'ye teşekkür etti:


  26. #14
    Selim Demirtaş
    Rote Baron ms777 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    08/06/2008
    Yaş
    38
    Mesajlar
    282
    Rengi
    Yok
    Edilen teşekkür: 104

    Standart

    Forumda şiir sever arkadaşların olması güzel ilerde yazdıklarımı eklerim belki

  27. #15
    yusuf şenol çetin
    Yalın - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    09/09/2007
    Yaş
    61
    Mesajlar
    1.445
    Nereden
    İstanbul
    Rengi
    Yok
    Edilen teşekkür: 737

    Standart

    BU DAĞLARDA BİR ARSLAN GEZER

    Bu dağlarda bir Aslan gezer;
    Ezer,kara toprağın kara bağrını ezer
    Koyunlara,kurtlara,çakallara;
    O dağları hep etti mezar.

    Kükredi,kükredi de geçit vermedi.
    Öyle bir Aslan ,öyle bir kahraman ki,
    Dünyanın hiçbir yerinde görülmedi.
    Ezer, kara toprağın kara bahtını ezer;
    Ezerde,taşına toprağına zarar getirmedi.

    Hey oğul,sen gördün mü o Aslan’ı
    Sakarya’da,Dumlupınar’da ?
    O, atalarının sancağını taşıyordu
    Bir öldü, bin dirildi;
    Yine şehit düştü bu yerde.

    Bak, şurada bir anıt mezar;
    Dalgalanan bu bayrakta,onun hatırası var.
    Sen,şehit oğlu, şehit torunusun;
    Bastığın bu topraklarda kefensiz yatan var.

    Nice Alayları,bin defa;
    Biz gömmedik mi bu yerlere ?
    Düşen hain toplar,onları;
    Çıkarmadı mı göklere !?
    Hey oğul ,
    Hiçbir kuvvet;
    Türk’ün bileğini bükemez
    Tarihler yazmadı mı ;
    Çanakkale geçilemez ?
    Ancak;
    “En büyük düşman içimizde”
    Asırlardır, o hain ölmedi
    Viyana kapılarına dayandık amma
    Yalnız, ona gücümüz yetmedi.

    Hey oğul, dinle beni
    Kuran-ı Kerim de gördün mü yerini ?
    Sen, doğduğunda asker,öldüğünde şehitsin
    Sakın ihanet etme, ne Ata’na ne Vatana
    Sen, Hızır’dan da üstünsün
    Çünkü; sen,doğudan doğdurulup Allah emri ile giden
    Türk oğlu Türksün

    Bu dağlarda bir Aslan gezer;
    Gezer,kara toprağın kara bağrında gezer
    Koyunlara,kurtlara,çakallara,
    Bu dağları hep etti mezar.
    alıntı

  28. Bu mesaj için teşekkür edenler:


  29. #16
    İbrahim Kıvanç CİHAN
    Emekli Moderator İbrahimKC - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    16/12/2006
    Yaş
    47
    Mesajlar
    2.237
    Nereden
    Ankara
    Rengi
    Yok
    Edilen teşekkür: 1537

    Standart

    HAYAT…
    Gidene kal demeyeceksin...
    Gidene kal demek zavallılara,
    Kalana git demek terbiyesizlere,
    Dönmeyene dön demek acizlere,
    Hak edene git demek asillere yakışır
    Kimseye hak etmediğinden fazla değer verme,yoksa değersiz olan hep
    sen olursun...

    Düşün...
    Kim üzebilir seni senden başka?
    Kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemezsen?
    Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
    Kim yıkar, yıpratır sen izin vermezsen?
    Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
    Her şey sende başlar, sende biter...
    Yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşama
    sevgisini...
    Ya çare sizsiniz yada çaresizsiniz...
    Öyle bir hayat yaşadım ki cenneti de gördüm cehennemi de.
    Öyle bir aşk yaşadım ki tutkuyu da gördüm pes etmeyi de.
    Bazıları seyrederken hayatı en önden, kendimi bir sahnede buldum
    Oynadım.
    Öyle bir rol vermişlerdi ki okudum okudum anlamadım.
    Kendi kendime konuştum bazen evimde, hem kızdım hem güldüm halime.
    Sonra dedim ki söz ver kendine
    Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin,
    Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin,
    Uçmayı biliyorsan düşmeyi de bileceksin,
    Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredeceksin.
    Öyle hayat yaşadım ki son yolculukları erken tanıdım.
    Öyle değerliymiş ki zaman hep acele etmem bundan anladım.

    NIETSZCHE
    Birçok şey bilirim ama en iyi bildiğim şey Haddimdir...

  30. Bu mesajı için 5 kişi İbrahimKC'ye teşekkür etti:


  31. #17
    yusuf şenol çetin
    Yalın - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    09/09/2007
    Yaş
    61
    Mesajlar
    1.445
    Nereden
    İstanbul
    Rengi
    Yok
    Edilen teşekkür: 737

    Standart

    ölme ne olursun

    Karla kaplı kaldırımda kayıp düşmemek için ağır ağır yürürken birkaç gündür diline doladığı Manga&Göksel Dursun Zaman isimli şarkıyı mırıldanıyordu.. “Her sabah doğan güneş bir sabah doğmaz oldu, elleri ellerimden kayıp giden yıldız oldu..” ve tekrar başa dönüp “Her sabah doğan güneş bir sabah doğmaz oldu, elleri ellerimden kayıp giden yıldız oldu..” ve tekrar başa, tekrar başa..

    Metro’dan evine kadar olan o mesafede hep aynı bölümü tekrarladı.. Gözyaşları öyle güçlü bir şekilde dış dünyaya açılma gayreti içerisinde olsalar da odasına kadar sabredebildi..

    Odasının ışığını yakmadan koltuğuna oturdu ve sessiz hıçkırıklarla ağladı.. En son 1999 yaz mevsiminde bu kadar yoğun ve güçlüydü yanağından süzülen yaşlar..Bir süre sonra odasının soğukluğuyla kendisine geldi, sigarasını yaktı, bilgisayarını açtı ve yazmaya başladı;

    “Yıllarca hep O’nu bekledim, mutlaka gelecekti çünkü O’da beni bekliyordu.. Biliyorduk bir gün bir şekilde karşılaşacaktık ve ilk karşılaştığımızda bulduk diyecektik.. Bu derece emindim ve yıllarca “ acaba O mu? “ diyerek başka ellerde, başka gözlerde, başka dudaklarda onu aradım.. Üniversite yıllarımdı ve bir sonbahar gününde O geldi.. Muhteşem güzelliğiyle, zekasıyla ve adına da çok yakışan göz alıcı ışıltısıyla “Güneş” bir gün geldi.. Öyle derin, öyle sevecen, öyle harikulade bir şekilde geldi ki ve öyle ışık saçıyordu ki gözleri, geçmişimdeki tüm karanlıkları dahi aydınlattı.. Artık sabah doğan akşam batan güneşe ihtiyacım yok diye düşünmeye başlamıştım.. Güneş’im her şeye yetecekti, beni ısıtacak aydınlatacaktı.. Birbirimizi tanımak tanıtmak için hiç uğraşmadık çünkü dediğim gibi biz birbirimizi bekliyorduk, tanıyorduk.. Ve her şey o kadar güzeldi ki birlikteyken, biraz ayrı kalsak o muhteşem dakikaları çok özlüyorduk.. Artık yetmiyordu birkaç saatlik görüşmeler, bunu anlamıştık.. Birlikte uyuyup birlikte uyanmak nedir bunu da yaşamıştık ama bir-iki günle yetinmemiz artık olanaksızdı.. Birlikte yaşlanmalıydık, buna inanmıştık.. Güneş ve ben.. “Birde oğlumuz olsun adını Kurtuluş koyalım” teklifimi öyle tebessümle karşılamış ve o kadar tatlı boynuma sarılmıştı ki o an şu birkaç yıl hemen bitsinde mezun olup sonsuzluğa imza atalım istedim..”

    “1999 baharı her şeyi ile muhteşem bir şekilde Güneş ile birlikte geçti gitti ve sıcaklığı ile bunaltan yaz mevsimi geldi.. O zamanları daha çok Beşiktaş ve Ortaköy’deki sahildeki çay bahçelerinde değerlendirdik. Ve asla vazgeçemediğimiz hafta sonu ada turlarımız, fayton..
    İyi hatırlıyorum çok sıcak bir Pazartesi akşamıydı, Beşiktaş sahilde küçücük taburelerin olduğu salaş çay bahçesinde (Şu sıralar Barbaros Hayrettin Paşa iskelesi olarak adı geçen iskelenin yanı) çaylarımızı yudumlarken bir anda Güneş’e bir şeyler olmuştu. Rengi solmuş, durgunlaşmış, ışıltısı yok olmuştu..

    -Neyin var Güneş? Bir anda durgunlaştın seni hiç böyle görmemiştim?
    -İçime bir sıkıntı saplandı, ilk defa bu denli bir şey oluyor bu yüzden tarif edemiyorum nedenini çözemiyorum..
    -Kalkalım mı? Yürüyelim ister misin?
    -Hayır, sen burayı çok seviyorsun.. Kalalım ve sadece beni sevdiğini söyle..
    -Sen normal değilsin Güneş, öyle ise bende normal olmayacağım..
    Ayağa kalktım ve her zaman tamamı dolu olan çay bahçesindeki ve çevresindeki insanlara aldırmadan bağırabildiğim kadar bağırdım “SENİ SEVİYORUM..!” Şok olmuştu. Ellerinden tutup ayağa kaldırdım ve sımsıkı sarıldık. Gülenler de oldu alkışlayanlar da.. Hiç aldırmadan sarıldık ve sonra yüzüne baktığımda parıl parıl parlıyordu Güneşim, kendine gelmişti.. Sonra çay bahçesinden ayrıldık, yolu uzundu, Beşiktaş’tan Avcılar’a gidecekti bu yüzden geç olmadan onu evine uğurladım.. Ben de evime gitmek için otobüste bir cam kenarına oturdum, camda onun o hali beliriyor içim ürperiyordu.. Ne olmuştu acaba? düşüncesi içinde evime ulaştım. Odamda masamın üzerine O’nun yerleştirdiği ve ikimizin yan yana olduğu resim vardı. Alıp uzun uzun O’na baktım.. O’nun o muhteşem tatlılığına daldım ve bir süre sonra telefonum çaldı;
    Ben evime geldim özlediğim.
    -İyisin di mi?
    -Nasıl iyi olmam ki çay bahçesinde yaptığından sonra. Eve gelene kadar düşündüm ve karar verdim. Sen delisin ve ben bir deliyi seviyorum..
    -Deliyim evet aksini hiç iddia etmedim ki.
    Sonra birkaç hoş söz ve gülüşmeler eşliğinde telefon görüşmemizi bitirdik. İçim rahatlamıştı ve neşeli şekilde salona geçtim. Neşeli halim televizyona konsantre olmuş ev arkadaşımın da gözünden kaçmamış olacak ki sordu;
    -Hayırdır yüzünde güller açmış..
    -Güller güneşi severler bilirsin.
    -Ha o mesele, bu arada benim yarın doğum günüm bilesin.
    -Nasıl yarın?
    -Eee 17 Ağustos işte..
    -Tamam yapacakların belli. Pasta, kola, mum falan al, akşam sen mumları üflerken resmini çekerim, sonra doğum günün kutlu olsun derim. Nasıl ama?
    Salonda bu neşeli sohbet ile saat baya ilerlemişti. Odama gidip yatağıma uzandığımda saat 00:30 civarıydı.Karışık düşünceler içerisinde uykuya daldım. Derken gecenin sessizliğini yırtan telefonumun sesi ile ansızın uyandım, arayan O idi;
    -Bilirsin sana kıyamam, bu saatte asla aramam uyandırmam seni ama sesini duymak istedim.
    -Güneş, bak bana doğruyu söyle neyin var?
    -Yemin ederim bilmiyorum, tek bildiğim uyuyamadığım.Ve bir de sesini duymak zorundaydım.
    -Nasıl zorundaydım? Nedir bu? Ne olur söyle? Neyin var Güneş?
    -Bilmiyorum, bilmiyorum, bilmiyorum…
    -Bak aklından tüm kötü düşünceleri at ve uykuya dal, yarın bu konuyu mutlaka konuşacağız..
    -Tamam hayatım, seni seviyorum, iyi uykular.
    -Bende seni seviyorum Güneşim.. iyi uykular.
    Aklım iyice karışmıştı, yarın ne olduğunu mutlaka öğrenmeliydim. 15-20 dakika tavana bakarak düşüncelere daldım.. Derken ondan bir mesaj geldi.. “Beni hiç bırakmayacaksın di mi? Hiç bir şey bizi ayırmayacak di mi?” “O nasıl söz Güneş’im, sen bir sabah doğmasan zifiri karanlıkta ben yaşayabilir miyim sanıyorsun? Seninleyim ve bizi ancak ölüm ayırabilir, başka bir neden asla olamaz..”
    Mesajı gönderdiğimde O’nun artık rahatça uyuyabileceğini düşünürken o da neydi??? Çok derinden çok garip bir gürültü. Nedir bu?? Yataktan kalkamıyorum. Olağandışı bir sarsıntı.. Nedir bu Allah’ım!! Neler oluyor? Güneş.. Güneş.. Deprem..!?!?!?! Nasıl bir şeydir bu, kendimi sokağa atmalıydım.. Yatağımın yanındaki telefonu iradem dışında alarak kapıya doğru yöneldim.. Yürüyemiyordum, her yer sallanıyor durmuyordu.. Apartman boşluğuna ulaştığımda herkeste bir panik, ev arkadaşımın gözlerindeki dehşet, bağrışmalar, çocukların ağlamaları.. Merdivenlerde korku dolu gözler, anında kesilen elektrik, her yer kapkaranlık.. Uzun süren sarsıntı yeni durmuştu ve caddeye fırladığımda herkes oradaydı.. Ailem?? Güneş..?? Güneş’i aramalıydım, ailem uzaktaydı, orada hissetmemişlerdir bile diye düşünerek Güneşi aramalıyım dedim.. Güneş.. Güneş.. Aç telefonu!! Lanet olsun! Güneş aç telefonu! Sonra lanet olası şebeke problemleri.. Güneşe ulaşmalıydım, komşumuz Kemal Abi, arabasını istediğimde o korku-panik halinde hiç düşünmeden “Al ama anahtar yukarıda kaldı” dedi.. İçimdeki o korku öylesine yok olmuştu ki, direk herkesin uzak durduğu apartman boşluğundan Kemal Abinin dairesine ulaştım.. Aşağıya fırladığımda herkesin yüzünde o kapkara korkuyu yeniden gördüm.. Arabaya bindim ve gidebileceğim en kestirme yollardan Avcılar’a doğru yola çıktım.. Ne kadar sürdü bilmiyorum sonunda Güneş’in oturduğu evin sokağına ulaştım. Sokağın başında bir panik.. Arabadan indim ve kalabalığı yararak o sokağa girdim. Sokağın diğer ucuna yakın, açık mavi mozaiklerle kaplı bir binaydı.. Koştum.. Olamazdı, bina yoktu, vardı ama yoktu..Yedi katlı bu bina yıkılmış beton enkazına dönmüştü.. Çıldırmak üzereydim.. Güneş diye haykırıyordum.. Hiçbir yerden O’nun sesi gelmiyordu.. Etraftaki insanların içinde onu aradım.. Yoktu, hayır o enkazın altında olamazdı.. Güneşim orada olamazdı..! Panik içinde bağırmaya devam ettim. Enkaz üzerine doğru çıkarak elime geçen tüm taş parçalarını, kiremitleri sokağa doğru fırlatıyordum.. Bir polis memuru yanıma yaklaşarak “Sabaha doğru kurtarma ekipleri gelecek, onlar gelene dek enkazın üzerinde yapacağınız bilinçsiz hareketler enkaz altında yaşama şansı olanların bu şanslarını azaltabilir..” diyerek koluma girdi ve beni enkazdan 10 metre uzakta bir kaldırım üzerine oturttu.. Hayır Güneş’e bir şey olmuş olamazdı.. Yaşayacaktı, o muhteşem güzelliği ile karşıma oturup gülümseyecekti bana..
    Sabah kurtarma ekipleri geldi, Güneş’i kurtaracaklardı.. Gücümün sonuna dek kurtarma ekiplerine yardım ettim ama olmuyordu.. Yedi katlı binanın ikinci katında yaşıyordu Güneş ve bina olduğu yere çökmüştü.. Kurtarma ekibi olağanca hızıyla çalışıyordu. Saatler ilerledikçe herkes umudunu yavaş yavaş yitiriyordu. Ben ise O’nun beni asla bırakmayacağını biliyordum. Ellerim beton kütlelerini kaldırmaya çalışmaktan parçalanmıştı ama yorgunluk hiç hissetmiyordum.. Sesimin kısılmış olmasına rağmen tüm gücümle bağırmaya çabalıyordum.. Ve bu çabalar içerisinde çok uzun saatler geçti.. Tehlikeli saatler gelmişti ve artık herkes bu saatten sonra yaşaması mucize olacaktır şeklinde mırıldanıyordu.. Ve yaklaşık 40 saat sonra bir hareketlenme oldu enkaz çevresinde. Kurtarma ekipleri elleriyle birbirlerine işaretler yapıyorlar, ben ise ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.. Hemen enkazın üzerine gittim.. Oradaydı..! Güneşim oradaydı..! Sadece saçı ve biraz da sırtı görünüyordu ve üzerinde geçmişte benim olan ve bundan bir ay önce o istediği için ona hediye ettiğim t-shirtüm vardı. Hiç sesi çıkmıyordu, kimseye yanıt vermiyordu. O sıra birkaç makine ile onu çıkartmak için betonları kaldırdılar, beton demirlerini kestiler.. Bu iş 1-2 saat sürdü ve sonunda ekipten birkaç kişi sakince O’nu yukarı doğru çekip bir sedyeye yatırdılar. Güneşim diye haykırarak eğildim O’na doğru. Gözleri kapalıydı, hiçbir yaşam belirtisi göstermiyordu ama hala o ilk gördüğüm günkü parıltısını saçıyordu, hiçbir yara izi yoktu.. Ekipten doktor olduğunu söyleyen adam O’na doğru eğildi.. Ve kısa bir süre sonra adamın yüzü bir anda beton griliğine büründü.. Hayır kötü bir şey söylememeliydi.. Hayır Güneş’im ölmüş olamazdı..
    Adam titreyen sesi ile bir elini omzuma koyarak “O’nu kurtaramadık evladım..” dediğinde Güneş’e doğru eğilip sımsıkı sarıldım bir eli kolyesine kenetlenmiş cansız bedenine.. Sonrasını ise hatırlamıyor belki de hatırlamak istemiyordum..”
    Geçen 6,5 senenin birikimini ilk defa yazıya döküyordu adam ve gözyaşlarının ıslattığı yanağı parlıyordu florasan ışığında.. Şarkının şu sözleri ise her şeyi ile O’nu yaşatıyordu odasının her tarafında.. “Her sabah doğan güneş bir sabah doğmaz oldu..Elleri ellerimden kayıp giden yıldız oldu..” “Giderken bıraktığın bütün renkler siyah oldu..” Ve yeniden O’nu son gordüğü anı hatırlıyordu ; Güneş’in cansız bedenine sarıldığında, Güneş’in bir eli kolyesine kenetlenmiş, diğer eli ise sımsıkı cep telefonunu sarmıştı.. Cep telefonunu Güneş’in avucundan çekip aldığında telefonun ekranındaki, Güneş’in o felaket gecesinde sevdiğine cevap olarak yazdığı ama belli ki göndermeye fırsat bulamadığı “Bizi ölüm bile ayırmasın..” cümlesine cevap verircesine “Güneş’im, bizi ancak ölüm ayırır demiştim.. Yanılmışım Güneş’im..! Yanılmışım..! Hala bendesin Güneş’im..” diye bağırarak hıçkırıklarla ağlıyordu.. 17 Ağustos 1999 Saat 03:02’deki büyük depremde doğa, bir bedeni diğer bedene işte bu şekilde taşıyordu..
    alıntı
    yaşanmış gercek olay ben cok etkilendim paylaşmak istedim

  32. Bu mesajı için 4 kişi Yalın'ye teşekkür etti:


  33. #18
    yusuf şenol çetin
    Yalın - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    09/09/2007
    Yaş
    61
    Mesajlar
    1.445
    Nereden
    İstanbul
    Rengi
    Yok
    Edilen teşekkür: 737

    Standart

    sevdiğin kadar sevilirsin
    Her şey sende gizli
    Yerin seni çektiği kadar ağırsın
    Kanatların çırpındığı kadar hafif
    Kalbinin attığı kadar canlısın
    Gözlerin uzağı gördüğü kadar genç

    Sevdiklerin kadar iyisin
    Nefret ettiklerin kadar kötü
    Ne renk olursa olsun kaşın gözün
    Karşındakinin gördüğüdür rengin

    Yaşadıklarını kar sayma
    Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
    Ne kadar yaşarsan yaşa
    Sevdiğin kadardır ömrün

    Gülebildiğin kadar mutlusun üzülme
    Bil ki ağladığın kadar güleceksin
    Sakın bitti sanma her şeyi
    Sevdiğin kadar sevileceksin
    Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
    Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
    Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
    Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın

    Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
    Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
    Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
    Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak

    Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
    Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü
    Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin
    İşte budur hayat!
    İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
    Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
    Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun

    Çiçek sulandığı kadar güzeldir
    Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
    Bebek ağladığı kadar bebektir
    Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin
    Bunu da öğren;
    SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN…
    can dündar

  34. Bu mesajı için 3 kişi Yalın'ye teşekkür etti:


  35. #19
    Erdi YILMAZ
    Fiat Türkiye Forum
    FiatTR | PuntoTR
    GrandePuntoTR

    erdiyilmaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    16/12/2006
    Mesajlar
    8.454
    Nereden
    Antalya
    Rengi
    Egzotik Kırmızı
    Edilen teşekkür: 5938

    Konu

    ...
    zembereği boşaLmış sözcükLerin
    akrepLe yeLkovan öpüşüyor onikide
    bütün ziLLer vaktinde vuruyor,
    tembeLLik edip gitmeyeceğim
    kusura bakma öLüm
    bugün de gecikeceğim
    sessizLik çökmüş kentin sokakLarına
    martıLar uykuya daLmış
    kar bütün izLerini örtmeye hazır
    randevuLarımıza sadığımdır sektirmem saatini ama bu sefer tembeLLiğim tuttu, öLüm daha çok bekLersin beni…
    şimdi kış öLümün vaktidir derLer ve tecrübeLerimden biLirim kışın öLene söverLer.
    kusura bakma öLüm
    ben ardımdan sövdürmem.
    bu randevuya asLa geLmem.
    bu şiirin içinden tren de geçebiLir
    uçak da
    vapur da
    bütün teknoLojik öLüm aLetLeri de
    ama hiç birine binmeyeceğim
    kusura bakma öLüm
    geLmeyeceğim
    ...




    FiatTR | PuntoTR | GrandePuntoTR | PuntoEvoTR | BravoTR | LineaTR | 500TR
    Fiat Türkiye Forumları | 2006'dan Beri Sizlerleyiz | Reklam & İletişim: admin@grandepuntotr.com

  36. Bu mesajı için 5 kişi erdiyilmaz'ye teşekkür etti:


  37. #20
    yusuf şenol çetin
    Yalın - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    09/09/2007
    Yaş
    61
    Mesajlar
    1.445
    Nereden
    İstanbul
    Rengi
    Yok
    Edilen teşekkür: 737

    Standart

    Renkleri toprağa karışır,

    TEN RENGİ olur gökyüzüne yükselen ruhlar,

    Gabar dağında sis var namluların ucunda,

    barut kokar sinsi sabahlar,

    Ten rengi olur umutlar,
    ten rengi olur bulutlar,
    ten rengi olur geleceğe dair tüm umutlar...

    Toprakta acıyla yuvarlanır gencecik çelimsiz vücutlar,

    herbiri ana kokar,
    baba ocağından yeni çıkan endişeli bakışlar...

    Hain pusuda,

    hain ölüm kapının hemen ardında,

    kan dolu,
    kin dolu,
    kusmakta gecikmez zaferini can evinin ortasına,

    Vatanı parçalamaktır,

    bayrağı yakmaktır amacı,

    sınırların kalalerinde,

    burçları yıkmaktır.

    Şehadet kokar gencecik bedenlerden yayılan,

    taze kanın kızıl rengi,

    damladıkça ay yıldızlı bayrağa,

    şehadet kokar postallarındaki adımlardan süzülen iman,

    Renkleri toprağa karışır,

    ardında kalan ağıtla,

    ten rengi olur bulutlar,

    ten rengi olur geleceğe dair tüm umutlar,

    tabutuna sarılan ağıtlara karışır,

    son yankılar...

    Yastadır,

    arkada kalanlar,

    yastadır baba ocağındaki analar, kardaşlar, bacılar,

    yastadır mektup yazılan sevdalar...

    ŞİİR YAZMA GÜNÜDÜR BUGÜN,

    hem de tam günüdür,

    alev alır kalemimde mısralar,

    düştüğü yeri yakar,

    sayfalara gözyaşlarım damlar,

    Renkleri toprağa karışır,

    Şırnakta tüm köşe bucak,

    memleket kokar,

    memleket kokar nişanlı kızların dilindeki ağıtlar...


    Renkleri toprağa karışır,

    düşman hain pusuda,

    mayınlar patlar,

    barut kokar masmavi bulutlar,

    ten rengi olur gökyüzüne süzülen ruhlar,

    ten rengi olur masmavi bulutlar,

    ten rengi olur geleceğe dair tutkular...

    Ten rengi olur.
    alıntı
    Konu Yalın tarafından (30/04/2009 Saat 13:31 ) değiştirilmiştir.

  38. Bu mesajı için 6 kişi Yalın'ye teşekkür etti:


Sayfa 20/21 İlkİlk ... 161718192021 SonSon

Benzer Konular

  1. Ruhsatta motor no yanlışlığı ve benzinli yerine dizel yazması sorunu
    erhanorhan01 tarafından Genel forumunda yazıldı.
    Cevaplar: 6
    Son Mesaj: 12/10/2011, 22:19
  2. Yaptığınız Yorumlara Daha Kolay Ulaşmak İçin Lütfen Okuyunuz!
    StrawBeeRy tarafından Serbest Kürsü forumunda yazıldı.
    Cevaplar: 9
    Son Mesaj: 25/07/2011, 12:25
  3. zeka testi (KOLAY GELSİN.):)
    akbiyik tarafından Serbest Kürsü forumunda yazıldı.
    Cevaplar: 12
    Son Mesaj: 18/03/2011, 15:57
  4. Kolay konularda zor sorular
    cann tarafından Geyik forumunda yazıldı.
    Cevaplar: 7
    Son Mesaj: 13/04/2010, 15:20

Yer imleri

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  


Forumdaki tüm yazışmalardan üyelerin kendisi sorumludur. Çıkabilecek herhangi bir hukuki durumda, forum yönetimi yetkili merciilerin talepleri doğrultusunda, ilgili üye/üyelerin tüm erişim bilgilerini/kayıtlarını vermekle yükümlüdür. Yeni üye olanlar, maillerine gönderilen onay maillerini onayladıktan sonra, admin onayıyla üye olabilmektedirler. O nedenle üye olurken profil bilgilerinin özenli, doğru ve eksiksiz şekilde girilmesi son derece önemlidir. Üyeler; forumda geçirdikleri zaman zarfında forum kurallarına uymak zorundadırlar. Kurallara aykırı davrandığı tespit edilen üyeler hakkında haber vermeksizin işlem yapma hakkı forum yönetimine aittir. Forum kurallarını okumak için tıklayınız. Unutmayınız; bu ortamdaki özgürlüğünüz, başkalarının özgürlüğüyle sınırlıdır.
Reklam vermek, bilgi & iletişim için: admin@grandepuntotr.com



# Fiat Türkiye Kullanıcı Forumları Network #

www.fiattr.com   |    www.puntotr.com   |    www.grandepuntotr.com   |    www.puntoevotr.com   |    www.bravotr.com   |    www.lineatr.com   |    www.500tr.com   |    www.ottimotr.com   |    www.aegeatr.com