**ÖZBEKİSTAN CUMHURİYETİ YÜKSEK VE İKİNCİL ÖZEL EĞİTİM BAKANLIĞI
TAŞKENT DEVLET DOĞU ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ**

Gençlere gösterilen ilgi ve sağlanan imkânlar, onların sağlam bir eğitim alarak her alanda yetkin birer uzman olarak yetişmeleri için sağlam bir zemin oluşturur. Özellikle yükseköğretimin köklü bir şekilde reforme edilmesi ve eğitim süreçlerinin uluslararası standartlara ulaştırılması bunun en açık göstergesidir.

Bu süreçte gençlerin öğrenme isteği ve yabancı dillere olan ilgisi giderek artmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, üniversitelerdeki kaynak kitaplara erişim düzeyi her zaman dikkatle ele alınmaktadır. Bu nedenle alan uzmanlarının kendi disiplinlerinde ders kitapları ve eğitim materyalleri hazırlamaları oldukça önemlidir. Bu bağlamda elinizdeki bu kitap önemli bir yere sahiptir.

**ÇALIŞMA REHBERİ
5120100 – Filoloji ve Dil Öğretimi**

Bu ders kitabında yer alan Serdar Yıldırım tarafından yazılmış hikâyeler şunlardır:

* *Karagöz ile Hacivat: Parayı Kim Buldu?* (s. 258)
* *Keloğlan Dağlar Padişahı* (s. 263)
Kaynak: [Scribd Belgesi](https://www.scribd.com/document/7311...urslar-Uchun1)

---

Yıllar önce bu hikâyeleri yazarken, bir gün yazdıklarımın dünyaya ulaşacağını hayal ederdim. “Bu hikâye nasıl son bulmalı? Böyle bir sona Fransız ya da Alman okuyucu inanır mı?” diye düşünürdüm. 38 yaşımda evlendim. Bir gün nişanlım Ayla ile Bursa'da Kültürpark’a gitmiştik. Orada fal bakan bir kadın, az bir ücret karşılığında falıma baktı. Küçük bir bez torbadan birkaç bozuk para, kemik parçası ve dal parçası çıkardı. Sonra da şöyle dedi:
"Sen denizaşırı ülkelere gideceksin. İngiltere, Fransa, Amerika... Buralarda büyük bir ilgiyle karşılanacaksın."

Fal bakan kadından ayrıldıktan sonra Ayla’ya şöyle dedim:
“Bu kadın beni tanımıyor ama gözlerime dikkatle baktı ve geleceği okudu. Aslında yolculuk yapacak olan ben değilim, hikâyelerim olacak.”

Nitekim bugün hikâyelerim Belçika, Romanya, Uygur Devleti, Pakistan Üniversiteleri ve Portekiz gibi ülkelerin sitelerinde ve forumlarında okunmaktadır.

Bir dönem kısa metrajlı bir film senaryosu hazırlamıştım. Yaklaşık 15-16 dakika sürecekti. Film, bir ormanda başlıyordu; ben geri geri gidiyor, bir ağaca çarpıyor ve yere düşüyordum. Sonra ayağa kalkıp gecekondulara doğru yürüyordum. Amacım, yeni neslin bu mahallelerdeki yaşamı tanımasıydı. Fotoğraf stüdyosu olan biriyle anlaşmıştım. “Bu iş için size 100 milyon lira ödeyebilirim,” demiştim. O ise, “Para önemli değil, istediğiniz zaman gelirim,” demişti. Ancak o kişi taşınınca proje yarım kaldı. Eğer bu filmi çekebilseydim, Türkiye, Almanya, İngiltere ve Amerika’daki kısa film yarışmalarına katılacaktım.

1996 yılında, bir ayakkabı tamircisi arkadaşla İstanbul’a gittim. Cağaloğlu’nda, yayınevlerinin yoğun olduğu semte... Akşamüstü İstanbul’a vardık, bir parkta sabahladık. Dosyalarımı yayınevlerine elden teslim ettim. Beğenenler de oldu, sinirlenenler de. Bir daha İstanbul’a gitmedim ama yazmayı da bırakmadım. Yıllar içinde, internet sayesinde hikâyelerimin yer aldığı 202 kitap buldum ve hepsini satın aldım. O gün o parkta, bir bankta sabahlarken tek amacım bir hikâyemin bir kitapta yayımlanmasıydı.

2012 yılının sonlarında 112 yayınevine e-posta yoluyla başvurdum. 40’ar masal gönderdim ve “Bu masalları ben yazdım, kullanabilirsiniz,” dedim. 14 yayınevi benimle ilgilendi, 13’ünden yanıt geldi. Ancak hiçbiri masallarımı kitap olarak yayımlamaya yanaşmadı. Para talebinde dahi bulunmadım.

Bir yayınevi editörü beni aradı. “Bu masalları siz mi yazdınız?” dedi. “Evet,” dedim. “Hangi okulu bitirdiniz?” diye sordu. “Lise mezunuyum,” dedim. “Hayır,” dedi. “Siz bu masalları yazamazsınız. Bu masalları yazan biri edebiyat öğretmenidir, üniversite hocasıdır. Sen kimsin ki böyle bir iddiada bulunuyorsun?” dedi ve telefonu kapattı.