7 sonuçtan 1 ile 7 arası

Konu: Defne Joy Foster’ın Oğlu Can’a Mektup....

  1. #1
    ORÇUN ÇABUK
    aŞK 3 HaRF BMW WiSTaRiA - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22/07/2009
    Yaş
    44
    Mesajlar
    6.500
    Nereden
    Tekirdağ
    Rengi
    Yok
    Edilen teşekkür: 2431

    Standart Defne Joy Foster’ın Oğlu Can’a Mektup....

    Arkadaşlar çok dokunaklı duygu yüklü bir yazı olduğu için sizinle paylaşmayı uygun gördüm... Aranızda diyecek olanlar vardır sürekli Rahmetli Defne Joy Foster la ilgili şeyler paylaşıyo bu adam diye... Bayaa bu konu üzerinde artışmıştık birde bu yazıyı görünce sizinle paylaşmak istedim....






    Bir şeyi ilk nasıl öğrenirseniz hep öyle hatırlarsınız. Bu yüzden, üzerinden defalarca “geçilmiş” ve “görülmüş” gündem konularından yazmamayı tercih ediyorum. O konuda ya ilk gün yazacaksın, baktın “çiğnendi” duracaksın.
    Sen “görmeyeceksin” o haberi. Kimi okur senin durumu umursamadığını düşünür kimi konu hakkında çok radikal fikirlerin olduğu için görüşünü kendine sakladığını. Oysa basit bir şekilde, duruyorsundur sadece…

    Ama şişersin…

    Defne Joy Foster’ın ölümü hakkında o kadar çok yazıldı ki bir ben bir de Diyanet İşleri Başkanlığı kaldı açıklama yapmayan. Bu noktada ben (Diyaneti bilemem) topa girmemeyi tercih ettim çünkü eğitimim öyle. Yani hala Yenal’la çalışıyor olsak bana “çok görüldü o” derdi. O yüzden bu yazıyı rahatsız bir şekilde yazıyorum ama size değil. Defne’nin oğlu Can’a…


    Sevgili Can,


    Başka problemimiz, sıkıntımız yokmuş gibi, memleket oturdu, babanın ilerde sana annenin ölümünü nasıl izah edeceğini, düşünüyor. İyi ya da kötü annen hakkında yazılan yazıları, ilerde büyüdüğünde internetten annenin adını “google”layıp okuduğunda neler hissedeceğin “çok önemli mevzu” bazılarımız için.
    İşin ilginci bunu mevzu kabul edip senin için dertlendiğini iddia edenler annen hakkında en biçimsiz yazıları yazanlar.
    Hepsini boşver ve bir tek benim yazımı oku.
    Oğlum bak, ben de anneyim ve senin anneni hiç tanımadım, bir kez olsun yan yana gelmedim.
    Uzaktan iyi niyetli ve neşeli bir insana benziyordu. Güler yüzlüydü ve şakacıydı. Hareketliydi, kimi zaman hızlı konuşuyordu ve saçları sürekli kabarıktı. Bu ona sevimli ve biraz da çocuksu bir hava veriyordu.
    Senin annen sana hamile kalan, seni 9 ay karnında taşıyan, doğuran, emziren, altındaki bezi değiştiren, popondaki kakaları yıkayan kadın.
    Senin annen sağ elinin işaret parmağıyla senin dudaklarını aralayıp çıkmak üzere olan dişin var mı diye bakan, henüz dişin gelmediği halde eczaneye girdiğinde sana diş kaşıyıcı oyuncak alan kadın.
    Senin annen sen gazını çıkaramayıp ağladığında seni kucağında gezdiren, sırtını okşayan, sen “pırt” yaptığında da sanki dünyanın en müthiş şeyine şahit olmuş gibi gülümseyen kadın.
    Senin annen sen gece acıktığın için ağladığında, kan uykusundan uyanıp, seni kucağına alıp memesini ağzına veren ve emzirmekten yara olmuş göğüs uçları acısa da seni beslemeye devam eden kadın.
    Bir gece sen hastalandın aniden, ateşin çıktı ve annen bekledi baş ucunda. Elinde ateş ölçer, sabaha kadar yarım saatte bir ateşini ölçtü, alnını sildi serin bezlerle.

    Popon piştiğinde ise o kremledi poponu en iyi kremlerle. Hatta o ay almak istediği bir ayakkabı vardı ama almadı. Çünkü zor bulunan ve çok hızlı tedavi eden yabancı bir pişik kremi vardı, çok da pahalıydı, o ay durum biraz sıkışıktı. Annen sana pişik kremi aldı. Ve biliyor musun
    Can, o ayakkabıyı alamamayı hiç umursamadı.
    Can, ben senin anneni hiç tanımadım ama ben anneyim, benim de oğlum var. O yüzden sana bir anne, bir erkek annesi olarak şunu diyorum:
    Seni bir tek bunlar ilgilendiriyor yavrum, bunun dışındakiler değil.
    Annenin özel hayatında ne yapıp ne yapmadığı sen dahil kimsenin işi değil. Bu sadece babanı ilgilendiren bir konu anneannen, babaannen bile yorum yapamazlar annen hakkında. O yüzden gazetelerden 20 sene sonra sana ulaşmaya çalışan “vicdansız” bir takım insanlara hiç aldırma.

    Çünkü oğlum inan bana, şu anda ortamlara ahlak dersi vermeye çalışan o
    insanlar var ya, onlar daha ahlaklı değil.
    Can biz öyle bir ülkede yaşıyoruz ki yavrum, torunu yaşında kızlarla fingirdeyen yaşlı dedeler, adına sübyancılık denen durumu “sweetheart” deyip müesseseleştirdiler. Şimdi topluma “doğru neymiş yanlış ne olurmuş” annen üzerinden o dedeler anlatıyor, boşver…
    Bu ülkede ünlü olmak isteyen yazarlar memelerini açmadan bir yerlere gelemiyor, yazı işleri müdürleri ile gönül eğlendirmeyenlerin yaptığı işler gazetelerde manşet olmuyor, üniversitede hocasının köpeğine bakmayan asistanlık bulamıyor, bulsa da hocayı bulamıyor çünkü hoca devletten “danışmanlık” kovalamaya çalışırken okula uğramıyor.
    Bu ülkede hala organlarını satan insanlar var ve geçenlerde de Hizbullahçılar (bak bunu google’la işte) ser kaldılar, aramızda dolaşıyorlar, her an birimizin kolunu bacağını bağlayıp canlı canlı gömebilirler.
    Bu ülkede herhangi bir sabah programını aç, hiç ummayacağın bir yaşlı teyzeyi “emmim beni düttü, sonra ben muhtarla oynaştım, sonra bunu bizim küçük gelin görmüş, o da kaynıma söylemiş, kaynım da bizim gelini düttü, sonrada kocamı kömürlükte ölü bulduk” gibi yaşamlarını “bakkaldan iki kilo şeker aldım” der gibi anlattığı bir ülke.
    Bu ülkede Can, 6 aylık bebeğe tecavüz eden sapıklar var. Bu ülke internette arama motorlarında “çocuk su” nu en çok aratan ilk üç ülkeden biri.

    Annenle ilgili yazılar yazan bazı insanlar bunlar burada yaşanmıyormuş gibi davranıyor ve ne olduğunu bilmeden ölmüş bir kadının ardından kusuyor.
    Sen üzüleceksen eğer Can, neye üzül biliyor musun yavrum?
    Annen hiçbir zaman seni okula götürüp akşam çıkışta seni kapıda bekleyemedi. Karneni görüp sana bisiklet hediye edemedi. Öğretmenler toplantısında senin için “yaramaz” diyen suratsız öğretmenle tartışamadı. Çok istediğin oyuncak seti için “önce matematik notların düzelsin bakalım” diye pazarlık yapamadı seninle. Sen kız arkadaşını alıp geldiğinde güler yüz gösterip kız gittikten sonra “koca popoluymuş bu” diyemedi sana. Sünnetini, mezuniyetini, mürüvvetini göremeden gitti.
    Sen üzüleceksen eğer düğün gününde karından sonra, üzerinde smokin, annenle bir dans edemeyeceğin için üzül.
    Kucağında bebeğin, gözlerinde yaş, “bak babannesi” diyemediğin için. Bunlara üzül yavrum istediğin gibi, bu senin hakkın.
    Ama annen bekar bir arkadaşının evine gitti diye üzülme. Çünkü o belki de lohusalık sıkıntılarını henüz üzerinden atamamış, belki depresyonda, belki mutsuz genç bir kadındı. Bir hata yaptı, bu kısmı seni ilgilendirmez.
    Senin annen sana bakarken hayatında daha güzel başka hiçbir şey görmediğini düşünen, mutluluktan gözleri dolan başka bir kadın.
    Sen üzüleceksen o gözlere doyamadığın için üzül, bu senin hakkın.
    Ve babana dört elle sarıl, sahip çık, sev.
    Baban bu zor günlerinde, sadece annenin acısıyla ya da senin için endişelenmekle kalmadı, bir de “reytink” kokusu alan leş kargalarına kulak tıkamak zorunda kaldı.

    Gerisi seni ilgilendirmez.

    Bizi de….

    Mehtap Erel
    05.02.2011


    ...Alıntıdır...

    Kaynak : Defne Joy Foster?ın Oğlu Can?a Mektup - Hürriyet Aile

  2. Bu mesajı için 4 kişi WiSTaRiA'ye teşekkür etti:


  3. #2
    Emir A.
    Fuzuli - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    05/10/2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    603
    Nereden
    Balıkesir
    Rengi
    Titanyum Gri
    Edilen teşekkür: 352

    Standart

    Mehtap Erel'i Newsweek Türkiye'deki güzel yazılarından tanıyordum zaten...
    Bu yazısını da çok beğendim...
    Paylaşım için çok teşekkürler...
    Mükemmel bir yazı...

  4. #3
    Mustafa Akçay
    pdr42 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    16/12/2006
    Yaş
    43
    Mesajlar
    3.486
    Rengi
    Titanyum Gri
    Edilen teşekkür: 625

    Standart

    Defne Joy'un ölümü üzerine Senai Demirci'den bir yazı




    Defne'yi Hıncal'dan daha iyi bilen birini biliyorum


    Bu yazı, Hıncal Uluç yazısına karşıt yazıların karşısında ya da yanında değil. Hem Hıncal Uluç’un yazısı yerine hem de Hıncal Uluç’a karşı yazılanlar yerine yazılmış bir yazıdır.



    Defne Joy’la hiç görüşmedim. Ekrandan gördüm. Ekrandan gördüğüm kadarıyla bilirim. Onun uğradığı semtlere pek uğramam. En son gittiği bara hiç gitmedim. Bara gitmeyenlerdenim. Benim hiç gitmediğim, Defne Joy’un artık gidemeyeceği o bar, bu gece de doludur, büyük ihtimal. O bara ve diğerlerine gidenlerden biri benden önce ölürse, Defne Joy’un arkasından şimdi yazdığımı onlar için de yazacağımı bilsinler isterim. Hıncal Uluç ve Hıncal Uluç’a karşı yazanlar kadar ünlü olmayabilirim. Bar sakinleri, “pub” müdavimleri, viski tiryakileri için yazdığım bu yazı umurlarında olmayabilir.



    Bu yazı, merhum Defne Joy Foster hakkındaki Hıncal Uluç yazısına karşı ya da taraftar değil. Bu yazı, Hıncal Uluç yazısına karşıt yazıların karşısında ya da yanında değil. Hem Hıncal Uluç’un yazısı yerine hem de Hıncal Uluç’a karşı yazılanlar yerine yazılmış bir yazıdır. (Yazıyı uzattığımı, bitirip de gözden geçirirken fark ettim, ama uzunca anlatılması gereken inceliklerin hatırına sabrını rica ederim okuyucularımın.)


    Dindar diye bilinirim. Beş vakit namazı kaçırmamaya gayret ederim. Ağzıma içkinin damlasını dokundurmak istemem. Günaha girmekten korkanlardanım. Ama günaha girmeyenlerden değilim. Benim nefsim de Defne Joy’un’ki gibi günaha karşı bağışıklık kazanmış değil. Benim ayağım da onunki kadar kayabilir. Benim gözüm de bar sakinleri kadar harama bulaşabilir, bulaşmıştır.

    Dindarların –iyi bilmeleri gerek ki-birilerini cehenneme birilerini cennete yerleştirme gibi bir yetkileri ve görevleri yok. Dindarların duaları dindar olmayanlardan daha çok dinlenir değil. İnanan bir insan, çok iyi bilmeli ve unutmamalı ki, cami cemaati cenneti garantilemiştir de, pub cemaati cehennemin dibinde değildir. Kimin ne olacağını yalnızca Allah bilir. Hesap defterimizi açma yetkisi Rabbimize aittir. Camii müdavimi bir gün sapıtabilir; meyhane düşkünü gün gelir, tövbe eder, Rabbine dönebilir.



    Beni “light müslüman” diye etiketleyeceklere peşinen hatırlatırım. Günahkârın günahının lafını etmek, günahkârın günahından daha ağır bir günahtır. Çünkü hiç kimse sınanmadığı günahın masumu değildir. Sınanınca kaybedenleri, şimdilik sınanmadığı için kaybetmeyenler kınamaya kalkarsa, sadece komik olurlar, acınası hale düşerler. Sınansaydılar kaybedeceklerdi. Belki de sınanacaklar ve kaybedecekler. Bu yüzden, kimse kimseyi günahından ötürü kınama hakkına sahip değildir.



    İslam söz medeniyetidir. “Göklü sözler”le inşa eder; sözün gücüyle onarır insanı. Sözün gücü, gücünü söz edenlerin hepsini mağlup etmiştir. İşte bu yüzden, dindarlık, en hassas inceliklerini söz ve ses üzerinden inşa eder. (Sadece Hucûrat Suresi’ni bir “sound-check” olarak okumak yeter de artar bile anlayana)



    “Ölünün arkasından konuşulmaz” sözü, görünmez bir sınırın bekçisidir. Ölü, kim olursa olsun, muhteremdir, saygıyı hak eder. Ölü acizdir; el kaldıramaz. Zayıftır; konuşup kendisini savunamaz. Savunmasız ve çaresiz olanı, konuşmaya muktedir olanın ezmemesi inceliğin gereğidir. Böylesi bir imkân bir nezaket sınamasıdır. Bu yüzden, saygılı olma erdemini ortaya koyabilmek için, acizlerle karşılaşmalarımız birer fırsattır. Muktedirler karşısında ister istemez saygılı ve naziğizdir çünkü. Nezaketimizi ancak ölüler karşısında kalite kontrolünden geçiririz.


    “Ölünün arkasından konuşulmaz” sözü, “ölü gibilerin de arkasından konuşulmaz” demeye gelir.Hıncal Uluç’un farkında olmadığı, farkında olmamakla ayıplanamayacağı bir inceliktir bu: Sesimizi güçsüzlerin aleyhine –güçsüzler hatalı olsa da-kullanmamızı istemez Rabbimiz. Muktedirlerin zayıfları ezen sözlerini doğru da olsa doğru bulmaz Rabbimiz. Her sözü işiten bir Allah’a inanan için, birilerinin arkasından konuşup konuşmamak, çıtası yüksek bir ahlak testidir. “Abdestinde namazında”, “hacı hoca” nice dindar olarak bu çıtanın altında kaldığımızı çok iyi biliriz. Hemen itirafa hazırız. Eğer gıybetlerimiz alkol kadar sarhoş etseydi, namazlarımızı sallana sallana kılardık. Arkadan çekiştirmelerimiz üstümüzü başımızı açıverseydi eğer, saçlarımız da baldırlarımız da açıkta kalırdı. Saydam bir perdeyi yırtıp yırtmamakla sınanırız her an. Doğruyu söylememizin bile doğru olmadığı, dilimizin ucuna hemen ve kolayca geren tiksindirici bir günahla sınanırız. Soyunarak yapılan zinaya benzemez bu günah. Hapse atılmayı göze alarak işlenen cinayete benzemez. Kapıyı kırarak yapılan hırsızlığa benzemez. Her an sınanmadayız. Her an. Ama her an. Yeri gelir, susmak nice zahmetli ve yoğun konuşmalardan koşuşturmalardan daha sahih ve derin bir erdem oluverir. Allah’ın hatırına susmak, Allah’ı hatırlamanın en samimi işaretidir.



    Arkadan konuşmak, modern hukukta suç sayılmaz. Arkadan konuşmaların ardına düşmez polisler. Aksine arkasından konuşulanların peşine düşer. Dedikoducular, laf taşıyanlar “onur-kıyım” yaptıkları halde, “soykırım” yapanlar gibi hesaba çekilmez.



    Allah’a inanmanın kılık kıyafete dökülmeyen, camiye gitme sıklığı ile ölçülemeyen asıl özü tam da burada görünür. Bizi Allah’tan başka kimsenin hesaba çekmeyeceği yerde... Hiç görmediğimiz Allah tarafından görüldüğümüzü gözetip gözetmeyişimize göre tartılırız. Mümince yaşama inceliği, kulların duymasına göre değil, Allah’ın duymasına göre ağzını açmayı gerektirir. Herkesin doludizgin koştuğu anlarda, sıcacık bir yürek titreyişiyle, tuhaf karşılanmayı göze alarak durmaktır Allah’a göre yaşamak. Öyle çileli bir duruş ki, doludizgin koşanları da ayıplamaktan alıkoyar adamı. Çoklarının zevk içinde çığlıklar attığı yerde, nefsinin hayvanca bağırtılarını şeffaf bir zarfın içine nezaketle koyarak susabilmektir iman etmek. Öyle bir susuş ki, günaha dalanlara sövmeye kalkmaz. Kendi günah işleyebilirliğini de hatırlattığı için günahkârlardan daha çok mahcup olur. Ona buna etiket takmaya, aşağılamaya kalkmaz.



    Ben de bir günahkârım. Nasıl masum olabilirim ki! Gayet iyi bilirim; günahkâr acizdir, şehvetinin elinde kuru yaprak gibi savrulmaktadır. Günahtan uzak durabilecek kadar aklı başında olanın bu ‘aciz’e dil uzatmaması gerekir. Hata edenin ayağı kaymış, batağa düşmüştür. Hatasız olana ayağı sürçene merhamet elini uzatmak yakışır.



    Günaha karşı dururken, günahkâra şefkat edebilecek kadar ince bir yürüyüştür iman etmek. Birini günahından dolayı kınamak, “Ben öyle yapmam asla!” demeye gelir ki, kınanan günahtan daha ağır bir günahtır; büyüklenmektir. Birini bir hatasından ötürü çekiştirmek, “o hep öyle yapar zaten!” “hiç utanmaz ki…” demeye gelir. Çekiştirilen hatadan daha büyük bir hatadır. Allah’ın iyilik umarak yoktan var ettiği bir insanı hepten kötü ilan etmektir. Bir başkasını ayıbıyla anmak-hem de ayıbını örtecek mecali olmayan bir ölü iken- kendi ayıplarını ayıp bilmemektir. Anılan ayıptan daha büyük ayıptır. Başkalarına ait kusurları sayıp dökmek, kendisini kusursuz saymaktır ki, kusurların hepsinden daha çirkin bir kusurdur. Sorarlar adama: “Sen onun sınandığı durumla sınansaydın, kusur işlemeyeceğinden ya da onun kusurundan daha hafifini işleyeceğinden emin misin? Sen sınansaydın belki de daha çirkin bir cürüm işleyecektin.”



    Diyeceğim o ki, Defne Joy artık acizdir, eli kolu bağlıdır, dilsizdir, konuşamaz. Onun hakkında ileri geri konuşmak, kendi gücünü ve onun acizliğini fırsat bilmektir. Şerefli bir iş değildir. Bu iş, Defne Joy’un ve yakınlarının şerefinden önce konuşanların şerefine dokunur.


    Dedim ya; Defne Joy’un uğradığı bara hiç uğramadım. Oralara uğramayı kendimce ayıp biliyorum. Ama oralara uğrayanları ayıplama hakkım yok. Onları ayıplama ayıbının, onların ayıplandığı ayıptan daha hafif olmadığını biliyorum. Ancak, ayıplarıyla aralarının açılmasını ümit etmeye hakkım var. Kusurlarından kurtulmalarını ummayı görev bilirim. İyi işler yapanların “kötü”leşmeme garantisi olmadığını hatırlatır bana Rabbim. Kötü işlere bulaşanların “iyi” olmalarına bir engel olmadığını öğretir bana Kitab’ım.



    Defne Joy’un en son uğradığı yere bir gün ben de uğrayacağım. Cami avlusunda bir musalla taşında ağırlayacaklar beni. Musallada bir cenaze iken ben, bakalım kaç kişinin “iyi biliriz” dediğini hak edeceğim; bilmiyorum. Bildiğim şu ki, Defne Joy’un sınanması sona erdi. Defne Joy’un ölümüyle yeniden sınandık her birimiz. Dilimizi Allah’ın hatırına göre kıpırdatıp kıpırdatmama sınavı bu. Sözümüzü Defne Joy adındaki kardeşimizin ve onun yakınlarının onuruna dokundurup dokundurtmama sınavı bu.



    Şimdi burada sınanan biziz; Defne Joy Foster değil. Bu sınavdan geçtik mi, kaldık mı; Allah bilir. Hıncal’dan, Sevilay’dan Senai’den daha iyi bilir.



    Senai Demirci - Haber 7

  5. Bu mesaj için teşekkür edenler:


  6. #4
    Mustafa Akçay
    pdr42 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    16/12/2006
    Yaş
    43
    Mesajlar
    3.486
    Rengi
    Titanyum Gri
    Edilen teşekkür: 625

    Standart

    Defne Joy'un ölümü üzerine Senai Demirci'den bir yazı




    Defne'yi Hıncal'dan daha iyi bilen birini biliyorum


    Bu yazı, Hıncal Uluç yazısına karşıt yazıların karşısında ya da yanında değil. Hem Hıncal Uluç’un yazısı yerine hem de Hıncal Uluç’a karşı yazılanlar yerine yazılmış bir yazıdır.



    Defne Joy’la hiç görüşmedim. Ekrandan gördüm. Ekrandan gördüğüm kadarıyla bilirim. Onun uğradığı semtlere pek uğramam. En son gittiği bara hiç gitmedim. Bara gitmeyenlerdenim. Benim hiç gitmediğim, Defne Joy’un artık gidemeyeceği o bar, bu gece de doludur, büyük ihtimal. O bara ve diğerlerine gidenlerden biri benden önce ölürse, Defne Joy’un arkasından şimdi yazdığımı onlar için de yazacağımı bilsinler isterim. Hıncal Uluç ve Hıncal Uluç’a karşı yazanlar kadar ünlü olmayabilirim. Bar sakinleri, “pub” müdavimleri, viski tiryakileri için yazdığım bu yazı umurlarında olmayabilir.



    Bu yazı, merhum Defne Joy Foster hakkındaki Hıncal Uluç yazısına karşı ya da taraftar değil. Bu yazı, Hıncal Uluç yazısına karşıt yazıların karşısında ya da yanında değil. Hem Hıncal Uluç’un yazısı yerine hem de Hıncal Uluç’a karşı yazılanlar yerine yazılmış bir yazıdır. (Yazıyı uzattığımı, bitirip de gözden geçirirken fark ettim, ama uzunca anlatılması gereken inceliklerin hatırına sabrını rica ederim okuyucularımın.)


    Dindar diye bilinirim. Beş vakit namazı kaçırmamaya gayret ederim. Ağzıma içkinin damlasını dokundurmak istemem. Günaha girmekten korkanlardanım. Ama günaha girmeyenlerden değilim. Benim nefsim de Defne Joy’un’ki gibi günaha karşı bağışıklık kazanmış değil. Benim ayağım da onunki kadar kayabilir. Benim gözüm de bar sakinleri kadar harama bulaşabilir, bulaşmıştır.

    Dindarların –iyi bilmeleri gerek ki-birilerini cehenneme birilerini cennete yerleştirme gibi bir yetkileri ve görevleri yok. Dindarların duaları dindar olmayanlardan daha çok dinlenir değil. İnanan bir insan, çok iyi bilmeli ve unutmamalı ki, cami cemaati cenneti garantilemiştir de, pub cemaati cehennemin dibinde değildir. Kimin ne olacağını yalnızca Allah bilir. Hesap defterimizi açma yetkisi Rabbimize aittir. Camii müdavimi bir gün sapıtabilir; meyhane düşkünü gün gelir, tövbe eder, Rabbine dönebilir.



    Beni “light müslüman” diye etiketleyeceklere peşinen hatırlatırım. Günahkârın günahının lafını etmek, günahkârın günahından daha ağır bir günahtır. Çünkü hiç kimse sınanmadığı günahın masumu değildir. Sınanınca kaybedenleri, şimdilik sınanmadığı için kaybetmeyenler kınamaya kalkarsa, sadece komik olurlar, acınası hale düşerler. Sınansaydılar kaybedeceklerdi. Belki de sınanacaklar ve kaybedecekler. Bu yüzden, kimse kimseyi günahından ötürü kınama hakkına sahip değildir.



    İslam söz medeniyetidir. “Göklü sözler”le inşa eder; sözün gücüyle onarır insanı. Sözün gücü, gücünü söz edenlerin hepsini mağlup etmiştir. İşte bu yüzden, dindarlık, en hassas inceliklerini söz ve ses üzerinden inşa eder. (Sadece Hucûrat Suresi’ni bir “sound-check” olarak okumak yeter de artar bile anlayana)



    “Ölünün arkasından konuşulmaz” sözü, görünmez bir sınırın bekçisidir. Ölü, kim olursa olsun, muhteremdir, saygıyı hak eder. Ölü acizdir; el kaldıramaz. Zayıftır; konuşup kendisini savunamaz. Savunmasız ve çaresiz olanı, konuşmaya muktedir olanın ezmemesi inceliğin gereğidir. Böylesi bir imkân bir nezaket sınamasıdır. Bu yüzden, saygılı olma erdemini ortaya koyabilmek için, acizlerle karşılaşmalarımız birer fırsattır. Muktedirler karşısında ister istemez saygılı ve naziğizdir çünkü. Nezaketimizi ancak ölüler karşısında kalite kontrolünden geçiririz.


    “Ölünün arkasından konuşulmaz” sözü, “ölü gibilerin de arkasından konuşulmaz” demeye gelir.Hıncal Uluç’un farkında olmadığı, farkında olmamakla ayıplanamayacağı bir inceliktir bu: Sesimizi güçsüzlerin aleyhine –güçsüzler hatalı olsa da-kullanmamızı istemez Rabbimiz. Muktedirlerin zayıfları ezen sözlerini doğru da olsa doğru bulmaz Rabbimiz. Her sözü işiten bir Allah’a inanan için, birilerinin arkasından konuşup konuşmamak, çıtası yüksek bir ahlak testidir. “Abdestinde namazında”, “hacı hoca” nice dindar olarak bu çıtanın altında kaldığımızı çok iyi biliriz. Hemen itirafa hazırız. Eğer gıybetlerimiz alkol kadar sarhoş etseydi, namazlarımızı sallana sallana kılardık. Arkadan çekiştirmelerimiz üstümüzü başımızı açıverseydi eğer, saçlarımız da baldırlarımız da açıkta kalırdı. Saydam bir perdeyi yırtıp yırtmamakla sınanırız her an. Doğruyu söylememizin bile doğru olmadığı, dilimizin ucuna hemen ve kolayca geren tiksindirici bir günahla sınanırız. Soyunarak yapılan zinaya benzemez bu günah. Hapse atılmayı göze alarak işlenen cinayete benzemez. Kapıyı kırarak yapılan hırsızlığa benzemez. Her an sınanmadayız. Her an. Ama her an. Yeri gelir, susmak nice zahmetli ve yoğun konuşmalardan koşuşturmalardan daha sahih ve derin bir erdem oluverir. Allah’ın hatırına susmak, Allah’ı hatırlamanın en samimi işaretidir.



    Arkadan konuşmak, modern hukukta suç sayılmaz. Arkadan konuşmaların ardına düşmez polisler. Aksine arkasından konuşulanların peşine düşer. Dedikoducular, laf taşıyanlar “onur-kıyım” yaptıkları halde, “soykırım” yapanlar gibi hesaba çekilmez.



    Allah’a inanmanın kılık kıyafete dökülmeyen, camiye gitme sıklığı ile ölçülemeyen asıl özü tam da burada görünür. Bizi Allah’tan başka kimsenin hesaba çekmeyeceği yerde... Hiç görmediğimiz Allah tarafından görüldüğümüzü gözetip gözetmeyişimize göre tartılırız. Mümince yaşama inceliği, kulların duymasına göre değil, Allah’ın duymasına göre ağzını açmayı gerektirir. Herkesin doludizgin koştuğu anlarda, sıcacık bir yürek titreyişiyle, tuhaf karşılanmayı göze alarak durmaktır Allah’a göre yaşamak. Öyle çileli bir duruş ki, doludizgin koşanları da ayıplamaktan alıkoyar adamı. Çoklarının zevk içinde çığlıklar attığı yerde, nefsinin hayvanca bağırtılarını şeffaf bir zarfın içine nezaketle koyarak susabilmektir iman etmek. Öyle bir susuş ki, günaha dalanlara sövmeye kalkmaz. Kendi günah işleyebilirliğini de hatırlattığı için günahkârlardan daha çok mahcup olur. Ona buna etiket takmaya, aşağılamaya kalkmaz.



    Ben de bir günahkârım. Nasıl masum olabilirim ki! Gayet iyi bilirim; günahkâr acizdir, şehvetinin elinde kuru yaprak gibi savrulmaktadır. Günahtan uzak durabilecek kadar aklı başında olanın bu ‘aciz’e dil uzatmaması gerekir. Hata edenin ayağı kaymış, batağa düşmüştür. Hatasız olana ayağı sürçene merhamet elini uzatmak yakışır.



    Günaha karşı dururken, günahkâra şefkat edebilecek kadar ince bir yürüyüştür iman etmek. Birini günahından dolayı kınamak, “Ben öyle yapmam asla!” demeye gelir ki, kınanan günahtan daha ağır bir günahtır; büyüklenmektir. Birini bir hatasından ötürü çekiştirmek, “o hep öyle yapar zaten!” “hiç utanmaz ki…” demeye gelir. Çekiştirilen hatadan daha büyük bir hatadır. Allah’ın iyilik umarak yoktan var ettiği bir insanı hepten kötü ilan etmektir. Bir başkasını ayıbıyla anmak-hem de ayıbını örtecek mecali olmayan bir ölü iken- kendi ayıplarını ayıp bilmemektir. Anılan ayıptan daha büyük ayıptır. Başkalarına ait kusurları sayıp dökmek, kendisini kusursuz saymaktır ki, kusurların hepsinden daha çirkin bir kusurdur. Sorarlar adama: “Sen onun sınandığı durumla sınansaydın, kusur işlemeyeceğinden ya da onun kusurundan daha hafifini işleyeceğinden emin misin? Sen sınansaydın belki de daha çirkin bir cürüm işleyecektin.”



    Diyeceğim o ki, Defne Joy artık acizdir, eli kolu bağlıdır, dilsizdir, konuşamaz. Onun hakkında ileri geri konuşmak, kendi gücünü ve onun acizliğini fırsat bilmektir. Şerefli bir iş değildir. Bu iş, Defne Joy’un ve yakınlarının şerefinden önce konuşanların şerefine dokunur.


    Dedim ya; Defne Joy’un uğradığı bara hiç uğramadım. Oralara uğramayı kendimce ayıp biliyorum. Ama oralara uğrayanları ayıplama hakkım yok. Onları ayıplama ayıbının, onların ayıplandığı ayıptan daha hafif olmadığını biliyorum. Ancak, ayıplarıyla aralarının açılmasını ümit etmeye hakkım var. Kusurlarından kurtulmalarını ummayı görev bilirim. İyi işler yapanların “kötü”leşmeme garantisi olmadığını hatırlatır bana Rabbim. Kötü işlere bulaşanların “iyi” olmalarına bir engel olmadığını öğretir bana Kitab’ım.



    Defne Joy’un en son uğradığı yere bir gün ben de uğrayacağım. Cami avlusunda bir musalla taşında ağırlayacaklar beni. Musallada bir cenaze iken ben, bakalım kaç kişinin “iyi biliriz” dediğini hak edeceğim; bilmiyorum. Bildiğim şu ki, Defne Joy’un sınanması sona erdi. Defne Joy’un ölümüyle yeniden sınandık her birimiz. Dilimizi Allah’ın hatırına göre kıpırdatıp kıpırdatmama sınavı bu. Sözümüzü Defne Joy adındaki kardeşimizin ve onun yakınlarının onuruna dokundurup dokundurtmama sınavı bu.



    Şimdi burada sınanan biziz; Defne Joy Foster değil. Bu sınavdan geçtik mi, kaldık mı; Allah bilir. Hıncal’dan, Sevilay’dan Senai’den daha iyi bilir.



    Senai Demirci - Haber 7

  7. #5
    Umut K.
    Seat İbiza 1.2 TSİ DSG sundown - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    09/10/2010
    Yaş
    42
    Mesajlar
    431
    Nereden
    İstanbul
    Rengi
    Beyaz
    Edilen teşekkür: 242

    Standart

    Bu muhabbet baydı artık. Defneyide rahat bıraksınlar bizide rahat bıraksınlar

  8. Bu mesaj için teşekkür edenler:


  9. #6
    ORÇUN ÇABUK
    aŞK 3 HaRF BMW WiSTaRiA - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22/07/2009
    Yaş
    44
    Mesajlar
    6.500
    Nereden
    Tekirdağ
    Rengi
    Yok
    Edilen teşekkür: 2431

    Standart

    Bayginlik gelenler genelde ilgilenmiyor ve cevap vermiyor...

  10. #7
    Zynl krcn
    ZAK1980 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    14/05/2009
    Yaş
    43
    Mesajlar
    3.727
    Nereden
    Antalya
    Rengi
    Egzotik Kırmızı
    Plaka
    07ÜJİ34
    Edilen teşekkür: 1924

    Standart

    Arkadaşlar gerçekten baydı bu defnenin ölümü basının sankı bu ulkede hıç bır sorun yokmus gıbı yatıp kalkıp bu ölümü haber yapması baydı tum kanallarda ılk gun 20 dk ya yakın haber oldu ve gunlerce surdü bu haber, ne kadar magazın duskunu olmusuz mılletce herkes meraktan ölüp ölüp dirildi nasıl odu ,kımınleydı dıye dıye yetmedi aynı haberi defalarca izleyen ağlayanlar oldu rahmetlinin ölümünü ızledık ogrendık kendı ölmüş anasına,babasına,yakınına bır fatıha okumayanlar defne için fatıha okudu bu ulkede, şu an güneydoğuda 5m karda bekleyen poposu donan askerımı veya 4 yıl üniversitede mühendislik okuyan şu anda şöför olarak memur olmaya çalışan diplomalı işsizimi,torba kanunumu,neredeyse herhafta yapılan benzın protestosunu kac dakıka haber yapıyorlar maxımum 2 dk ama gecenin bır yarısı yenı tanıstıgı adamın evıne gıden evlı cocuklu bır anneyı neredeyse saatlerce haber yapılıyor hemde neredeyse saatlerce gunlerce neden çünkü magazin haberı olunca bu ülkenın,kendımızın asıl sorunlarını unutuyoruz yetmıyor kosuyoruz arkasından yenı bırseyler ögrenıp dedıkodusunu yapmak ıcın merakla beklıyoruz o haberı arz talep ilişkisinden dolayıda haberlerde rahmetlının hep haberı yapılıyor takı bız doyanadek
    Zeynel KARACAN

    "Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir"

  11. Bu mesaj için teşekkür edenler:


Benzer Konular

  1. Yok Böyle Dans - Defne Joy Foster Evinde Ölü Bulundu
    femoli tarafından Serbest Kürsü forumunda yazıldı.
    Cevaplar: 46
    Son Mesaj: 04/02/2011, 18:11
  2. Tofaş, Bursa’da Opel’e ticari araç üretecek
    xcruelx tarafından Genel forumunda yazıldı.
    Cevaplar: 5
    Son Mesaj: 30/11/2010, 23:50
  3. Citroën’de Faizler Ağustos’da da Yüzde Sıfır!
    ayhan1 tarafından Diğer Marka Araçlar forumunda yazıldı.
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 18/08/2010, 00:51
  4. TRT’ nin haber kadrosu
    cann tarafından Haberler forumunda yazıldı.
    Cevaplar: 11
    Son Mesaj: 03/03/2010, 01:42

Yer imleri

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  


Forumdaki tüm yazışmalardan üyelerin kendisi sorumludur. Çıkabilecek herhangi bir hukuki durumda, forum yönetimi yetkili merciilerin talepleri doğrultusunda, ilgili üye/üyelerin tüm erişim bilgilerini/kayıtlarını vermekle yükümlüdür. Yeni üye olanlar, maillerine gönderilen onay maillerini onayladıktan sonra, admin onayıyla üye olabilmektedirler. O nedenle üye olurken profil bilgilerinin özenli, doğru ve eksiksiz şekilde girilmesi son derece önemlidir. Üyeler; forumda geçirdikleri zaman zarfında forum kurallarına uymak zorundadırlar. Kurallara aykırı davrandığı tespit edilen üyeler hakkında haber vermeksizin işlem yapma hakkı forum yönetimine aittir. Forum kurallarını okumak için tıklayınız. Unutmayınız; bu ortamdaki özgürlüğünüz, başkalarının özgürlüğüyle sınırlıdır.
Reklam vermek, bilgi & iletişim için: admin@grandepuntotr.com



# Fiat Türkiye Kullanıcı Forumları Network #

www.fiattr.com   |    www.puntotr.com   |    www.grandepuntotr.com   |    www.puntoevotr.com   |    www.bravotr.com   |    www.lineatr.com   |    www.500tr.com   |    www.ottimotr.com   |    www.aegeatr.com