PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Hayata dair ders çıkarılacak hikayeler..herkesten bıldığı hikayeyi beklıyorum



Misafir2
27/08/2007, 13:43
JACK VE BOB

Jack yavaşlamadan önce Takometreye baktı. Hız limitinin 50 olduğu yerde 73 ile gidiyordu ve son dört ay içerisinde dördüncü defa polis tarafından durduruluyordu.
Bir insan nasıl bu kadar şanssız olabilir?
Jack arabasını sağa çekti. ‘’İnşallah şu an yanımdan daha hızlı bir araba geçer ‘’ diye düşünüyordu. Polis elinde kalın bir not defteri ile arabadan indi.
Bob? Bu Polis kliseden Bob Değilmi? Jack iyice arabasının koltuğuna sindi. Bu durum bir cezadan daha kötüydü.Kiliseden tanıdığı bir Polis, arkadaş olduğuna bakmaksızın birini durduruyordu. Hemde hızlı gidip, trafik kurallarını ihlal ettiği için.
“Merhaba Bob.Birbirmizi yeniden böyle görmemiz çok ilginç”
“Merhaba Jack” Bob gülümsemiyordu.
“Beni, karımı ve çocuklarımı görmek için eve giderken yakaladın”
“Evet öyle” Bob umursamaz görünüyordu.
“Son günlerde eve hep çok geç geldim. Çocuklarım beni uzun süredir hiç görmedi.Ayrıca Diana bana bu akşam Patates ve biftek yiyeceğimizi söyledi. Ne demek istediğimi anlıyormusun?”
“Evet ne demek istediğini anlıyorum.Ayrıca trafik kurallarını ihlal ettiğinide biliyorum.”diye cevapladı Bob.
“Eyvah! Bu taktik fazla işe yaramayacak gibi.taktik değiştirmek gerekli”diye düşündü Jack.
“Beni kaç ile giderken yakaladın?”
“Yetmiş. Lütfen arabana girermisin?”dedi Bob.
“Ah Bob, bir dakika bekle lütfen. Seni gördüğüm anda takometreye baktım.Sadece 65 ile gidiyordum.”
“Lütfen Jack,arabana gir” diye üsteledi Bob.
Jack canı sıkkın bir şekilde arabasına girdi,kapıyı çarparak kapattı.Bob not defterine bir şeyler yazıyordu.
“Bob niye benim ehliyetimi ve araba ruhsatımı istemiyorki”diye düşündü Jack.Ne olursa olsun, bundan sonra kilisede bu adamın yanına oturmaktansa, birkaç Pazar Jack kiliseye gitmeyecekti.
Bob kapıyı tıklatıyordu.Jack arabasının penceresini 5cm kadar açtı.Bob Jack’a bir kağıt verdi ve gitti.
“Ceza değil bu”diye kendi kendine söylendi Jack.Bi anda sevinmişti.Bu bir yazıydı ve kağıtta şunlar yazıyordu:
“Sevgili Jack,benim bir kızım vardı.Altı yaşındayken çok hızlı araba kullanan biri tarafından öldürüldü.Bu kazadan dolayı, adam cezalandırıldı.3 ay hapishane cezasıydı bu.Bu adam hapishaneden çıkınca kendi çocuklarına sarılıp,öpüp,onları tekrar koklayabildi. Ama ben... Ben kızımı tekrar koklayabilip, öpebilmek için, cennete gidinceye kadar beklemem gerekiyor. Bin defa adamı affetmeye çalıştım. Bin kerede başardığımı zannettim. Belki başarmışımdır, ama hala kızımı düşünüyorum. Lütfen benim için dua et ve dikkat et Jack, tek bir oğlum kaldı.”
Jack 15 dakika kadar bir süre yerinden kıpırdıyamadı. Daha sonra kendine gelip,yavaş yavaş evine gitti. Evine varınca, çocuklarına ve karısına sıkıca sarıldı...

Misafir2
27/08/2007, 13:48
MEKSİKALI BALIKÇI:

Amerika’ lı zengin işadamı, bir iş seyahati sırasında küçük bir Meksika kıyı kasabasına uğrar. Limanda gezerken, ağzına kadar balık dolu küçük bir teknenin içinde oturan bir balıkçı, dikkatini çeker. Merakla yanına yaklaşır ve sorar;

Merhaba, bu balıkları yakalamak ne kadar zamanını aldı?

Balıkçı, tümünü bir-iki saate yakaladığını söyler. İşadamı bu kez, niçin daha uzun süre kalıp daha fazla balık yakalamadığını sorar. Balıkçı, ailesinin geçimi için bu kadarının yettiğini söyler. Amerikalı işadamı merakla balıkçıya kalan zamanını nasıl geçirdiğini sorar.

Balıkçı anlatır;
Geç vakit yatarım, sabah birazcık balık yakalarım. Sonra çocuklarımla oynarım, öğlende de karım Maria ile biraz siesta yaparım. Akşamları, amigolarla beraber gitar çalıp şarap içeriz, eğleniriz. Dolu ve meşgul bir yaşantım var senyör.

Amerikalı gerinerek;
“Sana yardım edebilirim. Balık tutmak için daha çok zaman ayırmalı ve daha büyük bir tekne ile çalışmalısın. Bu tekneden elde ettiğin gelirle daha büyük tekneler alırsın. Kısa sürede bir balıkçı filosuna sahip olursun. Böylelikle, yakaladığın balığı aracılara değil doğrudan doğruya işleme tesislerine satarsın. Hatta kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin. Balıkçı sektöründe bir numara olursun.”

Ve Amerikalı devam eder,
Tabii, bunları yapman için öncelikle bu küçük balıkçı kasabasını terk edip Mexicocity’ye daha sonra Los Angeles’a ve en sonunda holdingini genişletebileceğin New York’a yerleşirsin. Balıkçı düşünceli vaziyetle sorar,

Peki senyör, bu anlattıklarınız ne kadar zaman alır? Amerikalı yanıtlar, 15-20 yıl kadar.

Peki, bundan sonra senyör? Diye sorar balıkçı.
Amerikalı güler, şimdi anlatacağım en iyi tarafı! Zaman geldiğinde, şirketini halka açarsın ve şirketinin hisselerini iyi paraya satarsın! Kısa zamanda zengin olup milyonlar kazanırsın!”

Milyonlar? Der Meksikalı,
Eee.... sonra senyör?

Amerikalı, “Ondan sonra emekli olursun. Geç vakitlerde yatabileceğin küçük bir balıkçı kasabasına yerleşirsin, istersen zevk için biraz balık tutarsın, çocuklarınla oynayacak, karınla siesta yapacak zamanın olur, akşamları da arkadaşlarınla şarap içip, gitar çalarsın. Nasıl, mükemmel değil mi?”

Misafir2
27/08/2007, 13:53
MARANGOZ


Yaslı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. işveren müteahhidine, çalıştığı konut yapım isimden ayrılmak ve esi, büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yasam sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldığı ücretini elbette özleyecekti. Emekli olmak ihtiyacındaydı, ne var ki. Müteahhit iyi isçisinin ayrılmasına üzüldü. Ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve ise girişti, ne var ki gönlünün yaptığı iste olmadığını görmek pek kolaydı. Bastan savma bir isçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti!.. isini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Diş kapının anahtarını marangoza uzattı. "Bu ev senin" dedi, "sana benden hediye". Marangoz soka girdi. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar miydi! Bizim için de bu böyledir. Gün be gün kendi hayatimizi kurarız. Çoğu zamanda, yaptığımız ise elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da, soka girerek, kendi kurduğumuz evde yasayacağımızı anlarız. Eğer tekrar yapabilsek, çok daha farklı yaparız. Ne var ki, geriye dönemeyiz. Marangoz sizsiniz. Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar ye da bir duvar dikersiniz. "Hayat bir kendin yap tasarımıdır" demiştir biri. Bugün yaptığınız davranış ve secimler, yarin yasayacağınız evi kurar. Öyle ise onu akıllıca kurun. Unutmayın... Paraya ihtiyacınız yokmuş gibi calisin. Hiç incinmemişsiniz gibi sevin. Kimse izlemiyormuş gibi dans edin.

wintermute
27/08/2007, 19:14
ellerine sağlıkk

femoli
29/08/2007, 12:54
İçim yandı inanki :(

Misafir2
31/08/2007, 15:14
üç heykel
Iki komsu ülkenin hükümdarlari birbirleriyle savasmazlar, ama her
firsatta birbirlerini rahatsiz ederlerdi. Dogum günleri, bayramlar da
ilginç armaganlar göndererek karsidakine zekâ gösterisi yapma
firsatlariydi.

Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltirasini
huzuruna çagirdi. Istedigi, birer karis yüksekliginde, altindan,
birbirinin tipatip aynisi üç insan heykeli yapmasiydi. Aralarinda bir
fark
olacak ama bu farki sadece ikisi bilecekti.

Heykeller hazirlandi ve dogum gününde komsu ülke hükümdarina gönderildi.
Heykellerin yanina bir de mektup konmustu.

Söyle diyordu heykelleri yaptiran hükümdar: "Dogum gününü bu üç altin
heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tipatip aynisi gibi
görünebilir. Ama içlerinden biri diger ikisinden çok daha degerlidir. O
heykeli bulunca bana haber ver."

Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttirdi. Üç altin heykel gramina
kadar esitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çagirtti.
Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarinda bir
fark göremediler.

Günler geçti. Bütün ülke hükümdarin sıkıntisini duymustu ve kimse çözüm
bulamiyordu. Sonunda, hükümdarin fazla isyankâr oldugu için zindana
attirdigi bir genç haber gönderdi. Iyi okumus, akilli ve zeki olan bu
genç, hükümdarin bazi isteklerine karsi çiktigi için zindana atilmisti.

Baska çaresi olmayan hükümdar bu genci çagirtti. Genç önce heykelleri
sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi. Teli
birinci heykelcigin kulagindan soktu, tel heykelin agzindan çikti.
Ikinci heykele de ayni islemi yapti. Tel bu kez diger kulaktan çikti.
Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden disari çikmadi. Ancak
telin sigabilecegi bir kanal kalp hizasina kadar iniyor, oradan öteye
gitmiyordu.

Hükümdar heykelleri gönderen komsu hükümdara cevabi yazdi:

"Kulagindan gireni agzindan çikartan insan makbul degildir. Bir
kulagindan giren diger kulagindan çikiyorsa, o insan da makbul degildir.
En degerli insan, kulagindan gireni yüregine gömen insandir.
Bu degerli hediyen için çok tesekkür ederim."

Misafir2
31/08/2007, 15:21
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: " Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" Bakın göstereyim demiş, ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış.
Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. "Ermiş bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. Peki demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine şimdi demiş ermiş, sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş.
Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan işte demiş ermiş, 'kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu da unutmayın, gerçek pazarında alan değil, veren kazançtadır daima

Halook!!!
04/09/2007, 00:29
Bu güzel hikayeler için emek veren herkese teşekkürler...

Er-NnN
04/09/2007, 10:41
çok güzel hikayeler paylaşım için teşekkürler... :)

Fuzuli
19/10/2007, 00:52
Masal o ya memleketin birinde fakir adamın birisi eşeğini kaybetmiş..
Dere tepe dolaşıp tek malvarlığı,can dostu olan eşeğini aramaya başlamış..
Uzun süre yol aldıktan sonra bir dağın başında küçük bir kulübe görmüş..
Kapıyı çalıp içeri girmiş..Bir şeyhin etrafında toplanan insanlar olduğunu görmüş..Meramını anlatıp kaybolan eşeğini bulmaları için onlardan yardım istemiş..

Şeyh Sevgi hakkında konuştuklarını,bölmeden devam edip sohbetin ertesinde yardım etmeyi önermiş..Yorgun düşen adam bir köşeye oturup soluklanarak konuşmaları dinlemeye başlamış..

Şeyh,''Aranızda hiç aşık olmayan var mı?'' demiş..Bir adam parmak kaldırmış..Şeyh tekrar sormuş ''Hiç bir kadına aşık olmadın mı?''
''Hayır'' demiş adam..
''Bir manzaraya,bir çiçeğe bile aşık olmadın mı?''
Adam tekrar ''Hayır'' diye yanıtlamış..
Şeyh ''Yaşama,nefes almaya,dünya üzerinde hiçbir varlığa,hiçbir olguya da mı aşık olmadın?'' demiş..Adam umarsız bir ifadeyle tekrar ''Hayır'' demiş...

Şeyh bir iç çekmiş ve eşeğini kaybeden fakir adama dönerek hiç aşık olmadığını söyleyen adamı işaret etmiş..
''Kaybolan eşeğin budur ...Al götür...'' :)