Orijinalini görmek için tıklayınız : Söylemesi zor, yazması ise daha kolay..
GaladrieL
08/07/2007, 00:35
Konuşmak istersin,
Ama,
Konuşamazsın…
Konuşabilsende anlamaz kimse seni.
İçine atarsın…
Biriktirirsin korkularını, acılarını, yalnızlığını,
Kurtulamazsın…
Kayarken hayatın acımasız basamaklarında,
Çırpınırken kahpe kaderin derinliklerinde,
Birden bir el uzanır sana,
Nereden geldiğini anlayamazsın!
Tutar elini sıkıca,
Çeker alır seni korkularından,
Gecenin karanlıklarından,
Hayatın anlamsız tabularından…
DOST derler işte ona!
Derman olmaya çalışır,
Anlamsız dertlerine,
Sebepsiz yıkıntılarına,
Gereksiz takıntılarına,
Saçma yıpranışlarına…
Artık hata yapmaktan korkmazsın.
Aşık olmaktan,
Sevmekten,
Üzülmekten,
Kaybetmekten,
Bilirsin O hep yanındadır.
Dertlerine hep ortaktır…
Sonunda güçlenir,
Heybetli görünüşünün ardındaki küçük kalbin.
Savunmasız değildir artık.
Korkusuzdur.
Öğrenir artık üzülmemeyi,
Ağlamamayı,
Bilir ki;
Daha çok, ama çok görecektir,
Hayat denilen bu dikenli yolda…
İşte DOST böyle bir şeydir.
Anlatılamaz,
Tarif edilemez,
Üç beş satıra sığdırılamaz,
Ancak ve ancak;
Yaşanılır…
sen var ya seeennnnn
sen bi tanesin be canım kardeşim
dilerim Allahtan ki bir ömür boyu her zaman mutlu olursun
bil ki dualarım hep seninle....
yanlış anlaşılma olmuş, beni hüzünlendiren satırlar şahsıma itafen yazılan bu dizelerdi...
tekrar teşekkür ederim Emrecim...
Zor zamanlarda kucaklaşmak,
Ekmeğini paylaşmak,
Aynı yıldıza bakarken bir kaç damla gözyaşı akıtmak,
Ve ayrılırken buğulu gözlerle bakışabilmektir dostluk...
Yalnız, yalnızken düşünüyorum seni!
Yanliz yanlizken dusunuyorum seni,
Cunku yanliz yanlizken dusunebiliyorum,
Dusunmekle yukumlu oldugumun seylerin disindaki seni,
Dusunmek istedigim icin dusunuyorum seni,
Oysaki sen dusunme unut dedin beni,
Unutmadim o allahsiz gidisini,
Sanmaki unutamadigim o masmavi deniz gozlerin,
Sanmaki surekli dusundugum o ay tanricasi yuzun,
Unutamadigim ve surekli dusundugum sadece o bilinmezliklerle dolu olan allahsiz gidisin,
Defalarca denedim kabullendirmeyi kendimi bu bilinmezliklerle dolu terkedilise,
Ama olmadi hep yenik dustum,
Seni her hatanla kabul etmeyi basaran merhametli,
Seninle gelen her belayi goze alan aslan gibi,
Yuregime,
Ve cevapliyamiyorum onun sordugu sorulari,
Surekli baygin dusuyorum bu sorgu sirasinda,
Cunku bilmiyordum nedendi,kim icindi?
Hangi yalanlarla cazibeli kılınmis hayat bicimiydi?
Seni benden alan neydi?
Hayatimda yasadigim en mutlu anlari,simdi icim yanayana animsama sebep olan neydi?
Kimdi,neydi,nedendi.......?
Iste bu bilinmezlikler unutturmayan,
Yanliz yanlizken ve sadece dusunmek istedigim icin dusunduren seni!....
tempesty
09/07/2007, 13:16
Çok güzel bir yazı...özelliklede ;
Ama olmadi hep yenik dustum,
Seni her hatanla kabul etmeyi basaran merhametli,
Seninle gelen her belayi goze alan aslan gibi,
Yuregime,
Ve cevapliyamiyorum onun sordugu sorulari,
Surekli baygin dusuyorum bu sorgu sirasinda,
Cunku bilmiyordum nedendi,kim icindi..
bu kısmı....fakat bir insanı sürekli yalnız kaldığında,canın sıkıldığında yada bir boşluğa düştüğünü hissettiğinde düşünmek herhangi bir başka zaman,yanında başka biri varken yada bir işle uğraşırken aklına gelmemesi,sadece yalnızken düşünmeye başlamak ne kadar doğru ve sevgi ne kadar gerçektir tartışılır..
Çok güzel bir yazı...özelliklede ;
Ama olmadi hep yenik dustum,
Seni her hatanla kabul etmeyi basaran merhametli,
Seninle gelen her belayi goze alan aslan gibi,
Yuregime,
Ve cevapliyamiyorum onun sordugu sorulari,
Surekli baygin dusuyorum bu sorgu sirasinda,
Cunku bilmiyordum nedendi,kim icindi..
bu kısmı....fakat bir insanı sürekli yalnız kaldığında,canın sıkıldığında yada bir boşluğa düştüğünü hissettiğinde düşünmek herhangi bir başka zaman,yanında başka biri varken yada bir işle uğraşırken aklına gelmemesi,sadece yalnızken düşünmeye başlamak ne kadar doğru ve sevgi ne kadar gerçektir tartışılır..
evet aynı fikirdeyim bu kısmına bende katılmıyorum, sevmek sadece yalnız kaldığında hatırlamak deildir onu, ne olursa olsun her koşulda halen sevebiliyor olmaktır....aşk budur işte...
GaladrieL
09/07/2007, 14:22
https://img167.imageshack.us/img167/4154/happybirthday10728921tl9.gif
Sakın üzülme hayatın hızına, en güzel yıllar çabuk geçenlerdir...
Geleceğini oluşturacak her yeni günün bir önceki günden daha güzel, isteklerine uygun ve seni mutlu edecek şekilde olmasını dilerim.
Yüzünde her zaman bir gülümseme olsun çünkü sana çok yakışıyor.
Daha nice mutlu yıllara...
https://img248.imageshack.us/img248/3266/happy20birthday20poohci5.gif
çok tşk. ederim gizemcim bu güzel sözlerin için saol :thankyou:
GaladrieL
09/07/2007, 17:08
Rica ederim :)
GaladrieL
10/07/2007, 14:45
heytt Kadish is back :)
Eskiden kendime sözüm geçerdi,şimdi kimseye anlatamadığım gibi, kendime de geçmez oldu.
...
GaladrieL
10/07/2007, 16:50
Hoşgeldin canım :) Topiğin sayılı müdavimlerinden olarak uzun süreli yokluğun hissediliyor..
yaw iki gün giremedik yine çok güzel paylaşımlar olmuş paylaşan elleriniz dert görmesin yüreğinize sağlık... :)
GaladrieL
10/07/2007, 20:06
Yeni konu açacak kadar geniş bir mevzu değil, sadece çok çok hoşuma gittikleri için sizlerle de paylaşmak istedim..
Unicorn.....
Mitolojik tek boynuzlu at. Kafasının ortasından düz bir boynuz çıkar. Saf ve masum olduğuna, kanı içildiğinde kişiyi ölümsüz kıldığına, bu nedenle öldürmenin lanet getireceğine inanılan efsanevi bir hayvan. Latince ismi olan Unicorn; "bir-tek" anlamına gelen uni- ve boynuz anlamına gelen cornus sözcüklerinden türemiştir.
https://img376.imageshack.us/img376/4356/elegancebyrewstonlm3.jpg
bitanecik unicorn görebilmeyi çok çok isterdim, inanılmaz bir güzelliği var, sihirli adeta...
pegasus;
Mitolojide uçabilen kanatlı at...
https://img470.imageshack.us/img470/9708/immortelnewversionbyeirdk3.jpg
frp oynarken bu hayvanlar hakkındaki mitolojik bilgileri baya araştırmış... :)
paylaşım için teşekkürler gizem... :)
kadriyecim yazıların ikiside çok güzel saol paylaşımın için :)
paylaşım için teşekkürler... :)
GaladrieL
11/07/2007, 15:17
Kadish' im çok sağol paylaşım için, 2. yaz tek kelimeyle muhteşem..Faturalarımızı kendimiz yatıranlar olarak, gurur duydum okuduklarımdan :)
Seni asla lekeleyemem, çünkü
en derinimdesin,
buluşmak için çırpındığım o ta içimde.
seni asla lekeleyemem, çünkü
günlük, basit sıradan hayatımda yoksun
yasakların geri çekildiği,
korkunun sustuğu
o saf anlarda beliriyor kalbin....kalbime...
cezmi ersöz
paylaşımlar için teşekkürler ama konuda yavaşlama olmuş 3 gündür giremiyom bu sefer sadece 2 yazı gelmiş... :) :P
Günün anlam ve önemine ithafen :)
Görmezdim önümü görmezdim
Okudum yıllarca hep okudum
Okumaktan boynumu büktüm yoruldum
Bilmezdim adımı bilmezdim
Aradım her şehirde aradım
Koştum dere tepe aştım dolaştım
Kimin uğruna....
Ne uğruna.......
Herkez köşesini kapmış,iyi ama
Ben nası büyük adam olucam
Bir tek seni bana çok gördü dünya
İyiler bu savaşı kaybetmiş
Peki ben nası büyük adam olucam
Kötü olmak seni geri getirirmi acaba...
Sevmezdim okulu sevmezdim
Okudum yıllarca hep okudum
Okumaktan boynumu büktüm yoruldum
Bilmezdim oyunu bilmezdim
Denedim her şekilde denedim
Denemekle olmadı zaten yenildim
Kimin uğruna......
Ne uğruna.........
Herkes köşesini kapmış,iyi ama
Ben nası büyük adam olucam
Bir tek seni bana çok gördü dünya
İyiler bu savaşı kaybetmiş
Peki ben nası büyük adam olucam
Kötü olmak seni geri getirir mi acaba...
Ben nası büyük adam olucam...
pinhani... :)
paylaşım için teşekkürler... :)
GaladrieL
28/07/2007, 00:37
https://img258.imageshack.us/img258/523/seabyhalfbloodprincessiw0.jpg
Deniz Sevgisi
Vatan denizleri! Mavi, zengin kırlar,
Rüyamda büyük kadırgalar yüzen,
Akdeniz! Bayraklar, ünlü bahadırlar,
Bir çiçekli destan havasında gezen.
Bağ bozumu kokan, tatlı İzmir,
İlyada, Odisse! Güller açan bir çağ,
Şiirden, destandan örülmüş bir devir,
Hür bir sonsuzluktan yaşamaya veda.
Kadifekale'den hürriyete gülüş,
Hayatı bir salkım gibi öpebilmek,
Sepetine sanki dal dal ışık düşmüş,
En mutlu bir anda yeniden dilemek.
Dalgalı bir sevinç veriyorsun bana,
Ey mavi hatıra! Bütün duygularım,
Denizlerle dolu; beni de alsana!
Gönlüme dökülsün hür, deli suların.
Bir masal gölü mü, su mavi nakışlı,
Marmara! Gül, kiraz, ıhlamur bahçesi,
O büyülü, o saf, o temiz bakışlı,
O hür vatanların coşkun hayat seli.
Yağmu bahçeler, hüzün dolu şimal,
Yeşil bir mevsimde gülümseyen Samsun,
Küçük fındıklarla eylen altın dal,
Manavlar, köpüklü yollar, yeşil yosun...
Denizlerde.. engin, mavi denizlere,
Bir deniz sevgisi: Rüzgarlar, türküler,
Gemiler ardından açılan izlere,
Taze, hür aşkların çiçekleri düşer..
Ceyhun Atuf Kansu
https://img258.imageshack.us/img258/2461/thecitybytheseabylosthelq3.jpg
Lordrivendel
28/07/2007, 00:50
Sorma Atam ne haldeyiz?
Halmi kaldı anlatacak?
İşte geldik dizindeyiz,
Yata yata çok yorulduk tatil yaptık,izindeyiz.
Hacımız var, hocamız var, uçan kuşa borcumuz var.
El oğlunun ağzındayız ama bizi zor bular
Bahar,yaz,kış izindeyiz.
Evet doğru söylemişsin, "Türk milleti çalışkandır"
Bizde senin tezindeyiz;
Dinlenmekten yorulduk ta,
Onun için, İzindeyiz...
Aziz Nesin
Gizem fotoda mükemmel şiirinde
Dalgalı bir sevinç veriyorsun bana,
Ey mavi hatıra! Bütün duygularım,
Denizlerle dolu; beni de alsana!
Gönlüme dökülsün hür, deli suların
özellikle bu kısmı süpersin :)
https://www.resimpark.com/resimler/ozel/200707311718ofcbb69067.jpg
https://www.resimpark.com/resimler/ozel/200707311719cmilh56350.jpg
https://www.resimpark.com/resimler/ozel/200707311719kcedg30806.jpg
https://www.resimpark.com/resimler/ozel/200707311719illub44240.jpg
https://www.resimpark.com/resimler/ozel/200707311719klgui81437.jpg
https://www.resimpark.com/resimler/ozel/200707311719sbiwj94349.jpg
https://www.resimpark.com/resimler/ozel/200707311720hkehc11103.jpg
https://www.resimpark.com/resimler/ozel/200707311720loppc27983.jpg
https://www.resimpark.com/resimler/ozel/200707311720djzkz53927.jpg
https://www.resimpark.com/resimler/ozel/200707311720kiscs9106.jpg
https://www.resimpark.com/resimler/ozel/200707311720duvez19980.jpg
https://www.resimpark.com/resimler/ozel/200707311721bwmdz29048.jpg
Yaylalara veda ettik veda dağlara
Yatağı yorganı alıp düştük yollara
Külü çemeni değiştik kör betonlara
Köyü düşündükçe anam içim yanıyor
Yanıyor da güzel anam yürek kanıyor
Burda dost bildiğin anam ısırgan otu
Elini tuttun mu bil ki elin yanıyor
Şeref ekmek bulamazken bulur
Götürdükçe ciger aney içim yanıyor
Yanıyor da güzel anam yürek kanıyor
Hasan dayımınan damda harman savurmak
Gülsüm gülle Asuman'a suda rastlamak
Bahraç'ta tutan yoğurda parmağı banmak
Aklıma düştükçe anam içim yanıyor
Yanıyor da ciger aney yürek kanıyor...
GaladrieL
17/08/2007, 15:55
epeydir ihmal ettim burayı..Eren kardeş ellerine sağlık, çok değişik paylaştıkların, resimler de gerçekten süper..
zaten siz yokken kimse girmedi gibi bişi... :)
GaladrieL
17/08/2007, 16:19
Suskunluğundan tanırım O'nu... Yüzünde her daim nöbete duran ve içindeki depremi maskeleyen gülücüğü bilirim.
O depremin yüreğinde açtığı derin yarıklardan en küçük bir iz yansımasa da yüzüne, aşinayım ketumiyetine...
Bilirim ki, kabil olsa da, ters çıkarılmış bir kazağı düzeltir gibi içten kavrayıp dışa çevirseniz ruhunu, sanki yıllar yılı söylenmeyip saklanmış, dilin ucuna kadar gelip tutulmuş, tam haykırılacakken içe atılmış yüzlerce sözcük, hafızaya kelepçelenmiş binlerce söz, dile getirilmemiş on binlerce itiraz, akıtılmamış onca gözyaşı ilmek ilmek çözülüp saçılıverecektir ortalığa...
Ama o konuşmaz.
Sabırla dinler, sitemsiz kabullenir ve ruhunun derinliklerine gizlediği çekmecelerde özenle saklar içine attıklarını...
Sadece kendisiyle baş başayken açar onları...
Kimi zaman gizli bir günlüktür çıkan çekmeceden... Yazar; ...kimi zaman da sırdaş bir silahtır... Sıkar.
* * *
Niye bazıları ağzına geleni söyleyip rahat uyku uyurken, "içine atan", sessizliğe gömülüp kendi dehlizlerinin karanlığında yapayalnız kâbuslar görmeyi seçmiştir?
Anlatmazlar ki bilesiniz...
Kimi nasıl diyeceğini bilmediğinden, kimi bildiğini de diyemediğinden, kimi dediği halde kıymeti bilinmediğinden, kimi bir kez deyip yanlış bildiğinden, suskunluğun o huzurlu kuytusuna sığınmıştır.
Sesini en çok yükseltenlerin en haklı sayıldığı bir dünyada, sürüye uyup gürültüye katılmaktansa sessizliğe gömülüp haksız sayılmayı tercih ederek tevekkülle içine kapanmıştır. İç kanamaları zaman zaman ağzından kaçırıverse de, dudağının kenarından sızanın "kızılcık şerbeti" olduğuna inandırır herkesi...
Oysa ne kadar gizlemeye çalışsa da, içindeki fırtınanın birilerine fark edileceği umudunu hep korur. Suskunluğunun her şeyi anlattığını sanır. Sanki onca gürültü içinde birileri gözbebeklerini okuyacak ve konuşmayı bilmeyen bir çocuğun derdini anlar gibi, iç dünyasında çağlayan nehrin sesini duyacaktır. Başını sessizce öne eğişinden, sitemkâr imalarından, dargın yalnızlığından derdini anlayacak, şifresini çözüp sessizliğini sese çevirecek birini bekler umarsızca...
Oysa gürültünün çağında, kimselerin vakti yoktur, anlatmayanın derdini anlamaya...
Kimse kimsenin gözbebeğine bakıp konuşmaz; yüreğini dinlemeye yanaşmaz.
Öyle olunca da hepten içine kapanır "içine atan"... Maddi varlığını dibe çeken bu manevi yükün ağırlığıyla yaşamayı öğrenir. Yükünü sırtlayıp, kendi iç sesiyle sohbet ederek yürümeye koyulur. Kendine yazılmış mektuplar, meçhule karalanmış satırlar, sadece yastığının bildiği sırlarla örer kozasını...
Sabah oldu mu, sahte gülümsemesini yüzüne yapıştırıp hayata karışır.
Anlaşılmadıkça artar ketumiyeti... Rahat hesaplaşanlara özenerek erteler hesaplaşmalarını... Geciktirilmiş her sohbet, vazgeçilmiş her itiraf, gösterilmemiş her tepki birbirine yapışıp koca bir ura dönüşür içinde... Sonra kanser gibi sarar bünyesini...
İçindeki yara, yüzünde gülümseyen maskeyi aşağı çekmeye başlar zamanla... Artık ya içindekileri kusacak, ya da hepten susacaktır.
İşte o zaman, "iç" denilen o dipsiz derinlik, o ne atsan dolmaz sanılan kuyu taşar aniden... Yük, taşınmaz olur. Yıllar yılı sabırla bastırılan volkan, ya umulmadık bir tepki, ya katılırcasına bir ağlama nöbeti veya gizlenmiş bir silah olur, gürültüyle patlar.
"İçine atan"ları bilmeyenler, kestiremezler bu ani tepkinin nedenini... Yanlış yerde ve son günlerde ararlar ipucunu... Oysa onca yılın suskunluğuyla kaynaya kaynaya dolmuştur yanardağ... Ve gün gelmiş patlamıştır.
İntiharı, doğumudur "içine atan"ın... İlk kez yüksek sesle konuşmuştur ve çoğu kez, son olur bu...
Artık geride bıraktığı efsane konuşacaktır, kendisi yerine...
* * *
Tanırım O'nu...
Sessizliğin erdem sayıldığı bu özel dünyanın suskunları bilirler birbirlerini...
Çareyi de bilirler.
Gözbebeklerine bakıp ruhunda kaynayan volkanı sezecek ve şefkatle "içeri" sızıp O'nu yukarı çekecek bir dost elini umutla beklerler.
Beynine ancak o dost eli uzanabilir.
O yoksa yedeği bir kurşundur.
Can DÜNDAR
*************
Allah kimseyi çaresiz bırakmasın.. Çok etkilendiğim için paylaşmak istedim....
Misafir2
17/08/2007, 16:22
hoş geldın dıyeyeım barı yerı değıl ama :)
GaladrieL
17/08/2007, 16:28
hoş geldın dıyeyeım barı yerı değıl ama :)
:) Teşekkür ederim..
paylaşım için teşekkürler gizem aynı zamnda hoş da geldin tabe... :)
bu arada can dündar ın yazılarına bayılıyorum konu içersinde baya buldum... :)
GaladrieL
17/08/2007, 17:10
paylaşım için teşekkürler gizem aynı zamnda hoş da geldin tabe... :)
bu arada can dündar ın yazılarına bayılıyorum konu içersinde baya buldum... :)
hoşbuldum :)
Can Dündar benim de favorimdir, inanılmaz bir betimleme yeteneği var ve kelimeleri çok yerli yerinde kullanıyor.. Onun bir yazısını ya da şiirini okurken sanki yazdığı anı gözümde canlandırabiliyorum.. Hakkaten eşsiz bir yazar :notworth:
Misafir2
17/08/2007, 18:00
Ayrilik diye birsey yok. Bu bizim yalanimiz...
Sevmek var aslinda, Özlemek var,beklemek var. Simdi neredesin? Ne yapiyorsun? Günes çoktan dogdu.
Uyanmis olmalisin. Saçlarini tararken beni hatirladin degil mi..? Öyleyse ayrilmadik. Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz. Zamani hatirlatan herseyden nefret ediyorum. Önce beklemekten. Ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan. Ikiside kötü, ikiside hazin tarafi yasantimizin. Bir çocugun önce dogmasini bekliyorlar, sonra yürümesini, konusmasini,büyümesini. Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasini, kanunlara saygi göstermesini,insanlari sevmesini, aldanmasini, aldatmasini bekliyorlar. Ve sonra ölümü bekleniyor insanoglunun.. Ya o? Ya o? Insanlardan dostluk bekliyor. Sevgilisinden sadakat, çocuklarindan saygi ve bir parça huzur bekliyor, saadet bekliyor yasamaktan. Zaman ilerliyor ve bir gün o da ölümü bekliyor artik. Aradiklarinin Çogunu bulamamis, beklediklerinin çogu gelmemis bir insan olarak göçüp gidiyor bu dünyadan. Iste yasamak maceramiz bu..
Yasarken beklemeyi beklerken yasamak ve yasayip beklerken ölmek. Özleme bir diyecegim yok. O kömür kirintilari arasinda parlayan bir Cam parçasi. O nefes alisi sevgimizin, kavusmalarimizin anlami. O tek Güzel yönü bekleyislerimizin.. Insanligimiz özleyislerimizle alimli, yasantimiz özlemlerle güzel.
Özlemin buruk bir tadi var, hele seni özlemenin bir kokusu var bütün çiçeklere degismem. Bir isigi var, bir rengi var seni özlemenin, anlatilmaz.
Verdigin bütün acilara dayaniyorsam; seni özledigim içindir. Beklemenin korkunç zehiri öldürmüyorsa beni; seni özledigim içindir.
Yasiyorsam; içimde umut varsa, yine seni özledigim içindir. Seni bunca özlemesem, bunca sevmezdim ki !
Misafir2
17/08/2007, 18:03
daha 17 sinde tanıdım onu.her görüşümde ona olan sevgim çoğalıyordu.sevdiğimi söyleyemedim belki kaybetmekten korkuyordum.ama onun için ölürdüm.tam 1,5 yıl platonik yaşadım aşkımı.her gün görüyor ama konuşmuyorduk.birbirimizi fazla tanımıyorduk.bizim mahallede oturuyordu.bazen evimin önünden geçiyordu.ben ona aşıktım.artık dayanamadım teklif ettim.bana verdiği cvp olmaz benim arkadaşım var dedi.o an yıkılmıştım kendimi bilmez olmuştum.aradan 1 hafta geçtikten sonra arkadaşından haber gönderir telofon numaramı istedi.anlayamadım ama yinede verdim.2 gün sonra telofonumda üst üste çağrılar gelmeye başladı onun olduğunu anlamıştım.sonra herşey olmasını istediğim gibi ilerliyordu sanki yeniden doğmuş gibiydim.ona diğer arkadaşını sordum. benim için ayrılmıştı.o gün anladım ki bir gün benden de ayrılacaktı bunun olmaması için elimden geleni yapacaktım.yaşadığım güzel günler 6 ay sürdü bana yazdığı msj da senden ayrılmak istiyorum beni arama yazmıştı.çünkü başka birisi varmışnasıl olurda beni terk eder diye dşündüm ama oldu o beni terk etti hayat durdu düşünemez oldum çünkü o yoktu bana sarılacak elimi tutacak kişi yoktu acaba bütün kızlarmı böyle yoksa sadece benimkimi?hiç anlayamadım.ondan sonra hayatıma kimseyi sokmadım her günümü o düşünmekle geçirdim.düşünürken onsusluğu unuttum çünkü düşlerimde yaşıyordu.ayrıldığımızdan buyana 2 yıl geçti onu hala unutamadım.bi gün onu gördüm hiç değişmemiş aynıydı.gülüşü,bakışı herşey aynıydı.duydumki oda sevdiğinden ayırlmış.oda mutsuzmuş.daha sonra yine karşılaştık ona tekrar gel desem gelecekti ama diyemem,diyemezdim ben onu içime gömdüm unutmadım onu hiç sevmekten vaz geçmedim.bana çok kötüyüm ben bunu hak edecek ne yaptım diye sordu.bir şey diyemedim çünkü ben onu hala seviyordum ona beni yaşarken öldürdüğünü beni bu hayatta nedensiz bıraktığını söyleyemedim.beni hala düşündüğünü ve sevdiğini söylüyordu inanmadım.ona bundan sonra yanında olmayacağım.olamayacağım istesemde istemesemde.sevdim seni bir zamanlar ,hala seviyorum ve benden sonrada mutlu olmanı istiyorum olurda bir gün dönersem seni iyi bulmak istiyorum çünkü bundan sonra kendinden başkası olmayacak yanında sana bakacak ben olmayacağım keşke böyle yaşanmasaydı bazı şeyler keşke döndüre bilsek zamanı geriye senden kalan boşluğu kiminle doldururum bilmiyorum sen hayatıma renk katan sen hayatımdaki nedendin senin istediğin gibi olmadımı?bunu sen istemedinmi? uzun süre bana baktı ve elvada dedi gitti.2 saat sonra intihar ettiğini duydum. o ölmüştü artık o hiç yoktu ben buna dayanamazdım bana ik cümle yazmış elvada aşkım elvada birtanem elvada sevgilim elveda sana.artık yaşamanın hiç bir anlamı kalmadı benim de yanına gitme zamanım gelmişti.elveda hayat elveda geride kalanlar elveda herşeye elveda....................................
OLAY HAYAL ÜRÜNÜ DEĞİL, İNTİHAR EDEN GENCİN KENDI KALEMINDENDİR
https://img138.imageshack.us/img138/7185/1copynv6.jpg
https://img138.imageshack.us/img138/9020/2copynn8.jpg
https://img138.imageshack.us/img138/5536/3copyof2.jpg
https://img138.imageshack.us/img138/471/4copylg5.jpg
https://img138.imageshack.us/img138/7251/5copyqb3.jpg
https://img138.imageshack.us/img138/5207/6copydq9.jpg
https://img138.imageshack.us/img138/9930/7copyke8.jpg
https://img138.imageshack.us/img138/2352/8copytc8.jpg
Ben geldim..:)
hoş geldin yazılarını şimdiden bekliyoruz... :)
Misafir2
20/08/2007, 10:51
Ben geldim..:)
hoşgelmış sefalar getırmışsınızz bırtek zeyno kaldı gerı dönmeyen onuda sabırsızlıkla beklıyoruz artık
GaladrieL
20/08/2007, 10:53
Kadishim hoşgeldin :) Bekliyoruz faaliyetlerini...
Bülent A.
23/08/2007, 12:02
Biraz sonra dağılacak bir kalabalığa bakmak gibi geleceğe bakmak.
İnsanlar ekleniyor hayatına, insanlar eksiliyor,
Sen bir kalabalıktan bir başka kalabalığa çok da farketmeden geçiyorsun,
Birileri senin hayatından çıkıyor, sen birilerinin hayatından çıkıyorsun...
Teninin parçası olmuş niceleri uzaklaşıyor,
bir zamanlar adını bile bilmediklerin ise
daha sonra en mahrem gülüşlerinin sahibi oluyorlar...
İleriye baktığında, geçmişin gölgeleri kaçınılmaz olarak düşüyor geleceğin üstüne,
gitmiş olanları hatırladığında , gidecek olanları da düşünüyorsun,
en yakınından bile uzaklaştırabiliyor insanı bu düşünceler,
“O” da eksilecek mi hayatımdan diye soruyorsun kendine...
“O gitmez” dediğin kaç kişi gitti, asla kopamayacağını sandığın kaç kişiden koptun,
hafızanda birer soluk hayalet şimdi onlar,ve sen onların hafızasında soluk bir hayaletsin,
gelecek, hayatından kimleri soluk hayaletlere çevirecek...
Ahmet Altan
ellerinize ve emeğinize sağlık
Bülent A.
27/08/2007, 15:35
Senin boşluğun bana,
Beim karanlığım sana ağır gelir.Boğulursun.
Boğulmak istemiyorsan AÇIL BİRAZ !!!
--------------------------------------------------
Güzel bir ruha aşık olan, bütün hayatı boyunca sadık kalır.
Çünki sevdiği şey ebedidir.
Eflatun...
----------------------------------------------
Karısından gizlediği bişey olmayan adamın ya sırrı yada karısı yoktur.
Gilbert Wells
-----------------------------------------------------
Denz ne kadar dalgalı olrsa olsun
Sonunda durulur
Goethe
Bülent A.
27/08/2007, 15:52
SENİN İÇİN
ÖZÜR DİLERİM !
Senden özür dilerim....
Kırdığım, parçalara ayırdığım için.
Canını yaktım dün biliyorum
Sen telefon başında beklerken bir ses
Her telefonu, ben diye açarken
Ben, senden ve kendimden kaçtım gene
Yanımda hiç sevmediğin biriyle.
Belki bencilce ama seni düşündükçe
İçim acıdı o sahilde...
Ben, bu gece anladım, çok yoruldum kadınım
Bu beden artık beni bile taşıyamıyor.
Bak ezan okunuyor ama uyku tutmuyor
Sebep sen değilsin bilesin, kendimle savaşım
Karabasan gibi çöktü üzerime hayatım
Yaşadıklarım, yaptıklarım, eski hayatım
Şimdiki zamanım.. Sebep sen değilsin kadınım
Zaman tanıdım kendime, kendime ve her şeye
Bilirim seni ve sevgini, kocaman yüreğini...
ÖZÜR DİLERİM !
Dün sabah!
ve tüm gün için...
paylaşımlar için teşekkürler... :)
ben de bişiler paylaşıyım... :)
YASADIKLARIMDAN OGRENDIGIM BIR SEY VAR
Yasadiklarimdan ogrendigim bir sey var
Yasadın mı, yogunluguna yasayacaksın bir seyi
Sevgilin bitkin kalmali opulmekten
Sen bitkin düsmelisin koklamaktan bir cicegi
Insan saatlerce bakabilir gokyuzune
Denize saatlerce bakabilir, bir kusa, bir cocuga
Yasamak yeryuzunde, onunla karismaktir
Kopmaz kokler salmaktir oraya
Kucakladin mi simsiki kucaklayacaksin arkadasini
Kavgaya tum kaslarinla, govdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandin mi bir kez simsicak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir tas gibi dinleneceksin
Insan butun guzel muzikleri dinlemeli alabildigine
Hem de tum benligi seslerle ezgilerle dolarcasina
Insan baliklama dalmali icine hayatin
Bir kayadan zumrut bir denize dalarcasina
Uzak ulkeler cekmeli seni, tanimadıgın insanlar
Butun kitaplari okumak, butun hayatlari tanimak arzusuyla yanmalisin
Degismemelisin hicbir seyle bir bardak su icmenin mutlulugunu
Fakat ne kadar sevinc varsa yasamak ozlemiyle dolmalısın
Ve keder de yasamalisin, namusluca, butun benliginle
Cunku acilar da, sevincler gibi olgunlastirir insani
Kanin karismali hayatin buyuk dolasimina
Dolasmali damarlarinda hayatin sonsuz taze kani
Yasadiklarimdan ogrendigim bir sey var:
Yasadin mi buyuk yasayacaksin, ırmaklara goge, butun evrene karisircasina
Cunku omur dedigin sey hayata sunulmus bir armagandir
Ve hayat, sunulmus bir armagandir insana
Ataol BEHRAMOGLU
1977
Biricik Aşkım(dı) İlkaya...
Bir ışık var gözlerinde;
Uzakları parlatan,
Denize yansıyan yakamozdan…
Bir hasret;
Güneş gibi ısıtan,
Gecenin ayazından kurtaran…
Bir tebessüm;
Gülüşünden yayılan,
Yüreğinin derinliklerinden açılan…
Ve bir yeşil var o gözlerinde
İnsanın içini eriten,
Baharın en güzel dönemlerinden…
Ve sen;
Ne olur esirgeme benden;
Işığını,
Hasretini,
Tebessümünü,
Baharını...
konu bayadır uplanmıyodu saolasın dagored güzel şiir gerçekten... :)
gogigogi
16/09/2007, 15:11
yaşadığımız hayattan romanlar yazılabilir,
filmler çekilebilir.
ama filmlerdeki ve romanlardaki gibi hayat olmaz.
şiir yazana mahsustur, her şair kendi duygularını yazar.
aşk yaşayanlara mahsustur,şiirlerdeki gibi aşkları ancak,
yaşayanlar yazar ve de anlar.
made by gogigogi
kendi kalemimden:d
kendi kaleminden olması çok daha anlamlı bi çok yazıdan bence... :)
Gidenin ardından bakma
Düşme peşine
Kimden ne fayda gördün ki
Niye bu çile
Kurban olam uyan artık
Dön özüne
Sorma nerdesin diye
Döndüm geldiğim yere
Nerede ararsın beni
Gezer iken üstümde
Senin derdin kendine
Kimden ne fayda gördün söyle
Senin derdin kendine
Suyun kaynak olduğu
Ağaç kökün saldığı
Eşin dostun gittiği
Yerde bulursun beni
Yolun ayrıldığı
Gidenin dönmediği
Çarenin olmadığı
Yerde bekliyorum seni
kurban - sorma
GaladrieL
17/09/2007, 14:56
way way wayyy.. dagored paşa sahalarda yine :) hadi bakalım sevgi kelebeği ateş böceğine dönüşmüş yine :)
GaladrieL
18/09/2007, 12:53
Sen ne zaman döneceksin sahalara Gizem?:)
Arkadaşlar paylaşımlar çok güzel.Ellerinize emeğinize sağlık.
Kadish'm ben aslında hep sahalardayım, içimde de yanan koca bir yangın var, hem de her bir zerresinin sevgi dolu olduğu muhteşem bi yangın ama kundakçıyla aynı statta olduğumuz için çok ses çıkartamıyorum :) Şımarır falan, korkuyorum yani :sevgi:
Kadish'm ben aslında hep sahalardayım, içimde de yanan koca bir yangın var, hem de her bir zerresinin sevgi dolu olduğu muhteşem bi yangın ama kundakçıyla aynı statta olduğumuz için çok ses çıkartamıyorum :) Şımarır falan, korkuyorum yani :sevgi:
Çok güldürdün beni Gizem! :D :D
GaladrieL
18/09/2007, 17:30
Çok güldürdün beni Gizem! :D :D
ne mutlu bana o zaman :) gülen yüzün hiç solmasın :umut:
Kadish'm ben aslında hep sahalardayım, içimde de yanan koca bir yangın var, hem de her bir zerresinin sevgi dolu olduğu muhteşem bi yangın ama kundakçıyla aynı statta olduğumuz için çok ses çıkartamıyorum :) Şımarır falan, korkuyorum yani :sevgi:
Allah seni varya ne güldüm evet haklısın :D:D:D ama ne açıklayıcı cümle yawwwww:laugh000::laugh000:
misafir3
18/09/2007, 20:14
ewet yaa gercekten komık .mehmet abıye bole acıklar vermeyın hemen saldırıyo varya ugrasır sızlerlee..haha
ahahaha bu konuya ben duygusal bişiler bulurum ümidiyle girmiştim koptum gülmekten... :D
Öyle bir hayat yaşadım ki
Cenneti de gördüm Cehennemide
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm pes etmeyi de
Bazıları seyrederken hayatı en önden
Kendime bir sahne buldum oynadım
Öyle bir rol vermişler ki
Okudum okudum anlamadım
Kendi kendime konuştum bazen evimde
Hem kızdım hem güldüm halime
Sonra dedim ki söz ver kendine
Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin
Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin
Uçmayı seviyorsan düsmeyi de bileceksin
Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayati seyredersin, seyredersin
Öyle bir hayat yaşadım ki
Son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymiş ki zaman
Hep acele etmem bundan anladım
Vay vay vay vay vay.....
Ne cehverler varmış aramızda da haberimiz yokmuş ;)
:D:D:D:
Tebrik ederim abi
waheeyy murat abi güzel yazmışsın ellerine sağlık... :)
Murat,yuh abi o ne yavv.
Hazmı zor :)
Hazmı zor olduğu için yazmıyorum zaten buraya! :D :D
sonunda bitti galiba gidiyorum
içimde can çekişlerini duyuyorum
sözlerin çok acıtıyor bedenimi
keşke baytan söyleseydim gidiyorum
nasılsa koymaz sana biliyorum
kalbime gömerim zaman
unutupta silerim o zaman
alttarafı aşk buda işte
vaz geçilmezmisin amaan
sananeki ağlıyorsam
deli gibi istiyorsam
hala seni seviyorsam
sanane anlamıyorsan
BU gökçe kırgızın şarkısından alıntıdır
biriyle fena halde konuşmaya ihtiyacım var
biriyle fena halde dertleşmeye
evimde ne sıcak bir tabak yemeğim var
ne de televizyonun sesinden başka ses
ama içimde bi' yerlerde sabır taşı gizli sanki
doğduğum günden bugüne orda duruyor
sessiz bir kaya düşün deniz kıyısında yalnız
dalgalara göğüs gerip soğuktan üşüyor
ne ahlak ne de sevgi gökten dünyaya indi
insanlık istedi keşfetti hepsini
dün doğmuş bir bebeğe bile girebilen mikrop misali
içimizde hem kötü var hem iyi
hangisi daha güçlü diye beklemektense
heyecanla attım kendimi dans pistine
ayrı ayrı hepsiyle dans edecektim
biraz sohbet ederek çözmeyi deneyecektim
neden böyle olmuşuz nerelerde kaybolmuşuz
aklımdaki soruların hepsini soracaktım
"senin ne haddine böyle şeylerle uğraşmak?"
diye soran hazırcı tembel sen misin?
böyle yaşlanmak olmaz seninki eskimek, çökmek
ruhu küskün bomboş bir bedensin
kelimeler yetse daha neler neler buldum
elimle koymuş gibi huzurluyum
geniş ve loş bir yer istersen sen de bir uğra
doğru yanlış iyi kötü herkes orda
hangisi daha güçlü diye beklemektense
heyecanla attım kendimi dans pistine
ayrı ayrı hepsiyle dans edecektim
biraz sohbet ederek çözmeyi deneyecektim
neden böyle olmuşuz nerelerde kaybolmuşuz
aklımdaki soruların hepsini soracaktım
sebo dan...
GaladrieL
27/09/2007, 15:39
Benim favori Şebo' larımdan biri;
Can Kırıkları
Bu kalabalığın içinde yapayalnız hissetmektense
Dünyanın bir ucunda tek başımayım
Kir göstermeyen renkleriniz sizin olsun korkmaktansa
Bulanıklığın tam içinde bir başımayım
Benim belki de gizli bir bildiğim var
Elbette ağlarım benim can kırıklarım var
Senin gördüğün yanağımdan süzülenler
Asıl içimde, içinde yüzdüğüm bir deniz var..
şarkının en sewdiğim kısmı... :
"Senin gördüğün yanağımdan süzülenler
Asıl içimde, içinde yüzdüğüm bir deniz var.."
GaladrieL
27/09/2007, 16:16
ee Şebo bu, her şarkısı süper bence!
bence de öle zaten şuanda ne kadar şebo varsa attım listeye onları dinliyorum... :)
bu arada son konser albümünü fazlasıyla tavsiye ederim... ;)
Kimilerine göre küçük, aldığım derslere göre büyük, uzun ve de paylaşılası bir ömür yaşadım. Gün geldi acımdan kıvrandım, gün geldi mutluluklara teğet geçtim, gün geldi yer çekiminden etkilenmeyecek kadar mutlu oldum ama yaşadım, hep hataya inat, hayatı seve seve yaşadım.
Pişmanlıklarım oldu zaman zaman... Bazense keşkelerle tükettim saatleri, yanlışlarıma teslim oldum. Pişmanlıklarımın en büyüğü ise " aşktan " yana oldu.
Hiç mi doğru insan çıkmadı karşıma?
Çok mu iyi davrandım onlara?
Çok mu merhametli oldum?
Çok mu kadir kıymet bildim de yaranamadım?
Cevapsız bir sürü soru...
Hoş! İlişkilerim boyunca hep daha çok sevilen taraf ben oldum zaten. Gün geldi, bitti. Anladım ki yitip giden, zamana yenik düşen iyi anılmamak için elinden geleni yapıyor. Gel bana lanetler yağdır diyor. "Her şeyimsin " demedin ama "Hiç bir şeyimsin" de diyor. İstiyor bunu. Başarıyorda...
Biliyorum. Gün gelecek, nasıl ki yanlışımı bulmuşsam doğrumuda bulacağım. Ve " Her şeyimsin " kelimesini ilk kez ona söylenmeye değer bulacağım. İlk kez ona aşık olacağım. İlk kez ona yanacağım. İlk kez ona yaşayacağım, onun yanında huzur bulacağım. Şu sıra herkes doğrumu bulduğumu, elimdekine sıkı sıkı sarılmam gerektiğini söylüyor.
Sen doğrum musun peki?
Gerçekten bir ömür aradığım sen misin?
Her nefesi alışımda iyi ki varsın dedirten, ömrümü ömrüne, canımı canına katan sen misin?
Bilmiyorum bunları şuan. Emin olamıyorum.
Tek bildiğim şey diğerlieri gibi değilsin.
Farklısın sen!
Özelsin!
Benimsin!
Fakat hala zamanı var bazı şeylerin... Hayat akıp gitmeli biraz... Çoçukluğumu özletmemeli bulunduğum zaman... Anı yaşamalıyım.
Çocukluğumu özlüyorum.
Yara bere içindeki dizlerimi...
Pamuk helvaya yapışmış suratımı...
Elma şekerine bulanmış ağzımı...
Yaramazlık yaptığımda annem göremesin diye saklandığım kapı ağzını...
Oysa....
Çoktan sobeledi hayat !!!
Yaşamak güçlü olmak değildir her zaman”, ağlama derler, ağlama! Ağlayacaksın, ağlamak ki içine sığmayan acıların firarı. Acır işte ve ağrır kalbin, bu ağrıyı kelimelerle anlatmak, göstermek imkansızdır. Ve ne kadar çok ifade etmek istersin, o ağrıyla nasıl başa çıkabildiğini bir sen bir de sen bilirsin sonunda.
Ne kadar güçlü durursak o kadar zarar verdiğimizin farkında mıyız acaba. Kendimizi ne hızla tükettiğimizin farkındalığı daha çok acıtır. Ve bunlar, zorluklarla başedemeyişimiz, fazlasıyla güçsüz hissetmemiz başkalarına ne kadar hafif gelir; hayatı ciddiye alıyorsun! Değer mi tüm bunlara! Yok canım değmez!
Değer! Değer işte, almışsam üzerime en yorgun halimde onca yükü, o’nun için, diğeri için ve belki de senin için, değer! Kendimi ne hızla tükettiğim umurumda bile olmaz.
Belki çok sonra neden bu kadar ciddiye aldım bu hayatı demeyeceğimden eminim.
Hayatı hafife almak o’nu, diğerini ve belki seni hafife almak değil mi!
Ben alamam; diğerlerini ciddiye alarak yaşamam lazım, diğerleri acıtsa da, en çok ben üzülsem de, hafife alamam hayatı...
Güçlü durabilmek ve hayat için yapabileceğimden fazlasını yapıyor olmak; bu yük ağırlaşınca, vakitsiz gözyaşları, ardından “güçlü değilsen güçlü durmayacaksın” diye çınlamalar. Ama olmuyor işte; hem ciddiye alacaksın hem güçlü duracaksın.
Hayat: O, diğeri ve belki de sen.
Hayat’a herşey değer, değmeli ...
Sabah uyandığımda ne kadar yorgun hissetsem de içimi ısıtan birşeyler var; dışarıda yağmura aldırmayıp şenlenen kuşun sesi, o belki de iç sesim, zaman zaman benden habersiz dışarıda bir dala konuyor, kim bilir?
murat abi senden daha yazılar gelicek gibi duruyo... :)
ellerine sağlık bu da güzeldi... :)
biliyorum çok hatalıydım
sanabu yanlışı baştan yaptım
beni sevdin değerini bilemedim
aslında ben seni hiç haketmedim
ne olur bir söz söyle
yüzüme bakma öyleee
suskunluğun yakar beni
karşımda durma öyle
hiç sevmedimde
kırılmadım de
sensizde hayatı yaşarım de
hiç ağlamam de
şaşırmadımde
seni şimdiden bile unuttum dee
Şarkıyı Amat isimli biri söylüyo
Gülümse.. Ağlarken bile gülümse
İzin verme hayatın 1-0 öne geçmesine
Yollar bitse de, ümitler tükense de gülümse
İzin verme yaşamın 1-0 öne geçmesine
Onlar gülmeseler de sana sen gülümse
İzin verme hüzünlerinin sevinçlerinin 1-0 öne geçmesine
Gülümse Çocuk Gülümse..
İşte Şimdi 1–0 her şeyden öndesin küçük bir tebessümle…
Bazı şeyler vardır affedilmiyor
Aşk ihanetle bir evde kalamıyor
Bıçak gibi kestin bağlarımızı
Bir daha dinleyemeyiz şarkımızı
Söyle uçurumdan atlayan dönebilir mi?
Söyle kanadı kırk yerden kırılmış uçabilir mi?
Söyle bu aşktan ne kaldı ki geriye?
Yaptığının ne kadarı sığıyor sevgiye?
Unut beni, unuttuğum gibi seni
Unut ki beni, yanındakini aldatma
Giden kaybedendir, gittin kaybettin
Bir şehir yakınıma bile yaklaşma
unut beni- bengü
Unique_GOTH
15/10/2007, 00:28
KEŞKE
Çok sevdiğin birini kaybetmekmiş ayrılık
Çok sevdiğin birinin seni unutmasıymış yalnızlık
Hem yalnız kaldım bu dünyada hem ayrı,
Ayrılıkların en büyüğüymüş seni kaybetmek ,
Yalnızlıkların en büyüğü...
Ağlayınca geri gelsen keşke
Keşke gözyaşlarım boşa akmasa
Keşke kör olsam da bana acıyan o gözleri görmesem
Keşke sağır olsam da bıçak gibi yaralayan sözlerini duymasam be dostum
Keşke,keşke bir dostumun daha beni bıraktığını görmesem
Keşke ölsem de kurtulsam bu yalnızlıktan
Keşke ölsem de kurtulsam bu ayrılıktan
Keşke ölsem de Kurtulsam bu hayattan
Keşke,keşke...
ACEP DOSTUM NERELERDE
Bu kadar kolay mı çekip gitmek
Bu kadar kolay mı bir kalemde silmek
Gönlüm yanar, ağlar durur
Acep dostum nerelerde?
Dost dediğin kıymet bilir
Bir bakışı canlar yakar
Tek sözüyle dağlar deler
Acep dostum nerelerde?
Dostun affı büyük olur
Sever çıkar gözetmeden
Hep büyüklük onda kalır
Acep dostum nerelerde?
Can dostum Edayla onun çıktığı çocuk yüzünden aramız fena halde bozulmuştu o ara yazdım ama Allah tan barıştık şimdi çok mutluyum :)
kadriye abla uzun zamndır görünmüyodun hoş geldin... :)
bu arada imza deişmiş kurban ın çok sewdiim bi parçası sölemeden duramadım... :)
Arkadaşlar, yazı ve şiirleriniz için teşekkürler! Ancak kendiniz yazmış olsanız dahi, altına yazarının ismini eklerseniz, yazarın hakları konusunda çok daha uygarca davranmış oluruz kanaatindeyim!
(Bilmiyorsanız "anonim" yazabilirsiniz!)
TEŞEKKÜRLER...
Zaman hep senin yanında
Sıcak bir donukluk kanında
Onunla gelmiştin bana
Gözlerin hep uzaklarda
İlk kez gibi buluştunuz
Son kez gibi seviştiniz
Sen istersen sonu gelir
Hayatına bir yön verir
Farklı rüyalar gibi
Farklı dünyalar gibi
Nanınnınanınanna
Mutsuzluğun ortasındasın
Ne yapsa da kurtulamazsın
Delirdi sen gittin diye
Bana ağladı sordu yine
Cevapları hiç bulamadım
Neden nasıl soramadım
Gerçeklerin arkasında
Çelişkiler var sonunda
Farklı rüyalar gibi
Farklı dünyalar gibi
Nanınnınanınanna
O gün konuştuk seninle
Yaşananların üstüne
O an bitmesin istedim
Senle son kez konuşmak
Dinledin beni sessizce
Unutmak çözüm değil
Kabullendim gizlice
Anlamak kolay değil
Seni almak isterdim alamadım
Belki yorulduk, belki sıkıldık
Ağlamak çözüm değil, sonra utandık
Güçlü olmak isterdim, olamadım
Bu bir ayrılık şarkısı
Seninle kayboldu
Yazmak kolay değil
Duymaksa zor oldu
wintermute
03/11/2007, 12:55
bi şiiir de ben yazıyım
SEVMEK BANA YASAKMI?
Ağladığımı kimseye söyleme anne
Onlar beni güçlü biliyor
Onlar beni en zor günümde bile ayakta biliyor
Ben aslında gülerek geçirdiğim her günün akşamı evde ağlarken,
Onlar benim içimin sızladığını, yüreğimin yandığını bilmiyor......
Ağladığımı kimseye söyleme anne
Onlar beni kral belliyor
Onlar beni kızdığım zaman dünyayıı yakacak insan biliyor...
Ben aslında onun gözlerine baklmaya bile kıyamazken,
Onlar benim bir kız uğruna üzüleceğimi tahmin bile etmiyor.....
Ağladığımı kimseye söyleme anne...
Onlar beni ağlamaz biliyor...
Onlar beni...üzüldüm mü bulunduğum şehri bulutlar kaplar biliyor....
Ben aslında odama kapanıp sitem duygusuyla bir köşeye sinerken,
Onlar beni hiç bir şeyin sarsacağini akıllarının ucundan bile geçirmiyyor....
Ağladığımı kimseye söyleme anne...
Onlar bunu hiç bilmiyor...
Onlar için ben en sağlam köprülerden daha sıkı bağlıyımdır hayata...
Ben aslında ölümle yaşam arasında ince çizgide bir o yana bir bu yana giderken,
Onlar hala benim için hayatın büyük bir hayal kırıklığı olduğunu bilmiyorlar...
GaladrieL
09/11/2007, 22:26
Aranızda birkaç dakikalık yollar bile olsa, O yanında değilse üşürsün sabaha kadar... :umut: (Boncuğuma..)
-----------------------------------------------------------------------
Pinhani- Beni Al
Bugünüm yarın olsa, ya da hep yeni baştan
Yaşamak ne güzel olur hiç başlamamışsan..
Geriye ne kalırdı yaşananları atsan
Seni bir daha yaşamak isterim aslında
Beni al kucağına, elini belime sar,
Beni almadığın an üşürüm sabaha kadar...
Beni al kucağına elini belime sar,
Beni almadığın an ölürüm beni al...
GaladrieL
10/11/2007, 17:02
Yalnız kaldıysan, kalkıp pencerenden bir bak,
Güneş açmış mı, yağmur düşmüş mü
Dön bak dünyaya..
Herkes gitmişse, sakince arkana dön bir bak
Dostun kalmış mı, aşkın solmuş mu
Dön bak dünyaya, dön bak dünyaya...
Bir sonbahar kadar yalnız, bir kış kadar savunmasız
Ya da ilkbaharsan, yolun başındaysan
Asla vazgeçme, kalkıp da pencerenden bir bak
Güneş açmış mı, yağmur düşmüş mü
Dön bak dünyaya
Pinhani-Dön bak dünyaya...
Çok üzülürsün. Hem de çok...
Sanki için dışın, irin kaplıdır. Sanki soluk aldırmaz bir acıyla yaşamaya çalışırsın.
Birkaç safhası vardır bu işin. Hangi işin diyorsunuz... Mesela ayrılığın, mesela terk edişin, mesela terk edilişin, bir şehirden ayrılmanın, birini kaybetmenin, bir savaşı yitirmenin... Önce garip bir hiçlikle boş adımlar atarsın sağa sola.
‘Süperim, şahaneyim, yok canım ne olacak, olması gereken buydu zaten, iyiyim ben iyiyim’ yalanları....
Sonra bir parça gözyaşı ve üzüntü.
Sonra giderek büyüyen bir öfke.
Her yanı kaplayan bir haksızlık duygusu.
Ardından herkese bu haksızlığı anlatma isteği.
Yutkunma güçlüğü.
Kabullenme.
Sabretme.
Bekleme.
Bütün irini dışarı atacak, hastalıklı hali sağaltacak tek çarenin dibine kadar üzülmek olduğunu anlamak. Ve üzülmek...
Yalın, süssüz, desensiz, sadece üzülmek. Sonra da o dipsiz kuyudan çıkmaya çalışmak.
Yukarıda gördüğün o yuvarlak aydınlığa ulaşabileceğinden emin olamazsın bazen. Gerçekten kuyunun taa içinde tırnaklarından ve duvardaki çıkıntılardan başka yardımcın yoktur. Bazen tutunduğun ufacık taş parçaları yerinden kopar, tırmandığın birkaç metreyi de kaybedersin.
Bazen tutunduğun o sert kayalar tırnaklarını söker adeta. Kan revan içinde yaralı ellerinle devam etmeye çalışırsın... Tam vazgeçtiğin anda yukarıdan biri ip atar hiç umulmadık biri, bir yabancı...
Güvenip güvenemeyeceğini bilemedem tutunursun o ipe..
Seni yukarıya çekmek için mi atılmıştır peki?
Yukarıya çekiyor da olabilir evet... Ama sen yarı yoldayken bırakabilir de ipi... Bilinmez...
Bana neden suya giremediğimi sorarlar.
İnsanların sıcak yaz güneşi altında masmavi sulara atlayışlarını imrenerek izlerim...
Yüzümü hiçbir zaman suya veremem ben...
Gözlerimi su içinde açamam...
Çok zaman önce... ‘Demek boğulmak böyle bir şeymiş’ demiştim kendime...
Çok bulanıktı su...
Ama güneş buna rağmen ince uzun yollarla uzanıyordu dibe doğru... Nefes almak istiyordum. Nefes aldıkça su boğazıma, burnuma ve ciğerlerime doluyordu...
Her şey hem çok hızlı, hem çok yavaştı.
Çırpınıyor, arada bir duruyordum....
Öksürmek istiyor daha çok su yutuyordum... İçimde bir yangın vardı sanki.
Gözlerimi açıp etrafımı görmeye çalıştım. Sanki kalın bilekli büyük bir el ayak bileğimi yakalamış, ısrarla suyun dibine çekiyordu beni. Üzerimdeki uzun etekli elbise adeta çelikten örülmüş bir ağ gibi her yanıma dolanıyor beni aşağı çeken o ele yardımcı oluyordu. Yüzmeyi, hareket etmeyi unutmuş gibiydim...
Henüz on dört yaşındaydım ve kendime sakin olmam gerektiğini söyleyemeyecek kadar çocuktum. (...)
Birden güçlü bir el saçlarımı kavradı ve beni yukarı doğru çekti. Su aşağıdan yukarıya yırtılıyordu. Güneş daha yakındı. Suyun üzerine çıktık. Saçlarımdan sürükleyerek sahile kadar çekti beni kurtaran o el. Sonra saçlarımı bırakıp büyük bir tokat attı.
Şak!
O kadar şaşkın ve perişandım ki bana neden vurulduğunu anlayamıyordum bile.
Kumlara uzanıp kusmaya başladım. Etraftakiler titreyerek bana bakıyorlardı. Az önceki neşeli dakikalardan, çocuk çığlıklarından eser yoktu. Beni sudan çıkaran ve yüzüme okkalı bir tokat atan babam ağlayarak bana sarıldı. ‘Tamam küçüğüm, tamam geçti artık, korkma.’ Oysa belli ki o da en az benim kadar korkmuştu. Ben kusarken başımı tutuyordu.
Erişkin yaşlarda düşülen o derin kuyulardan çıkmaya çalışırken ‘boğularak ölmedim ben, bir kuyuda hiç ölemem’ diyebiliyorsa insan...
Ve bir kez daha güvenebiliyorsa kendine uzanan ellere... Çıkabiliyorsun yahu işte karanlıktan aydınlığa.
Tam dışarı çıktığında, güneşi bir kez daha yüzünde duyduğunda şaşkınlıkla karışık karmaşa içinde ‘vay be, yine ölmedim’ diye sevinebiliyorsun bile hatta...
Çünkü aşk da boğabilir seni parasızlık da...
Hayatın kendisi bulanık bir su gibidir kimi zaman... Kimi zamansa karanlık ve derin bir kuyu...
İclal Aydın
Ben bu yazıya şapka çıkarırım .Çok güzel anlatmış.
teşekkür ederim paylaşımına .Biraz geç gördüm ama
wintermute
14/11/2007, 20:55
güzel şiierlerden biri daha tşkler paylaşım için emeğine sağlık ;)
Gözlerimi gelişlere verdim, gözlerimdeki hüzün bile seni özlemiş itiraf etti sonunda. Düşüncelerim gururlu, hayallerim ve sevdam değil. Gelseydin, kendimi unutup sana koşacaktım, susturacaktım içimdeki isyanı, kavgaların ortasında bir güneş gibi doğup ısıtacaktım yüreğini, sevinçten ağlayacaktım bu defa, mutluyken hemen sarhoş olmuşum gibi, dokunacaktım, sarılacaktım. Ama gelmedin, gelemezdin belki de gelmeye de hiç niyetin yoktu aslında... Kendimi kandırdığımı anladığımda ağlıyordum.
Eskiden kimi şarkıların ne kadar anlamlı olduğunu düşünürken, şimdi ayrılığın ardından çalınan her şarkı umutsuzluğumu ve sevgimi anlatıyormuş gibi geliyor. Sevdiğim ne çok şarkı varmış, bunu senin gidişin gösterdi bana. Her şarkıda sen varsın, her yerde, her gördüğüm insanda, denizde, gecede, uykumda. Nasıl beceriyorsun her yerde olabilmeyi... Bu bir marifetse eğer, neden benim yanımda degilsin ki?
Kimi zaman bir çocuk oldum gülüşlerinde şımaran, kimi zaman dokunuşlarında kendini bulan... Ama! En çok da imkânsızın oldum. Her gelişimde bir kez daha gönderdiğin oldum. Söylesene ben gerçekten senin neyin oldum? Sesin hep uzakları çağırıyordu, ben üstüme alındım, sana geldim. Bilseydim, bana ait olmayan bir seslenişi sahiplenir miydim?
Şimdi bir mevsimlik aşk kaldı avuçlarımda sadece bir mevsim yaşanan ama bir ömür gibi gelen aşk. Kalbime henüz söyleyemedim gittiğini öğrenirse onun da acı çekmesinden korkuyorum. Seni halen benimle biliyor ve seviyor ama ben kalbime ilk defa yalan söylüyorum.
Gittin! Sevdamın yokluğuna alışabilirim belki ama sesinin uzak yolların sonunda olması acıtıyor içimi. Suskunluğun en büyük silahındı, suskunluğunla vurdun beni asıl acı olan, canımı acıtan unutulmak.
Söylesene unutulmak kime yakışıyor? Unutan sen olsan da sana bile yakışmıyor.
Merak etme, üstüne giydirmedim bu duyguyu, unutulmayan olmak sende daha güzel duruyor. Görüyorsun işte, aşk'a ve sana ihanet etmiyorum benim kırgınlığım aşk'a... Sen üstüne alındın.
(Alıntıdır)
yazdıklarını kendi içimden gelenleri ayıtlayarak uyarladım buda mükemel bir yazı eline sağlık gece gece uykularım iyice kaçtı :)
Erişilmez bir uçurumun kıyısında,
senden başka kimsenin farkında olmadığı
bembeyaz bir çiçektim ben.
Sen ise, dört mevsim özlemini çektiğim yağmur.
Üstüme yağışını severdim,
yapraklarımdan aşağı akışını,
her damlanı içime çekişimi severdim.
Bedenimde seni hissedişimi.
Her damlan alıp götürürdü beni
Yıllar sonra şimdi yine bekliyorum seni, bir umutla.
Ama artık azalan hatta tükenen bir umutla...
Ömrümün bütün dilimlerine kar yağıyor şimdi.
Kar da beyaz ama ben yine de direniyorum.
çıkıp gelmeni, üzerime yağmanı bekliyorum.
Bir zemheri mevsimiydi ayazda bırakıp gitmiştin hayallerimi.
Bak yine zemheri.
Dağlara kar yağıyor ama sen yoksun.
Sen yoksun, acılara özlem yağıyor...
Bak, kar yağıyor üstüme,
iliklerime dek üşüyorum.
Yine de yüreğimde ateşler yakıyorum.
Dönersen ellerini ısıtırsın diye...
Unutmuşum, içimdeki umutların beyazlığını...
Unutmuşum mavi, yeşil, al renkleri...
Ne zaman bir yağmur sesi duysam,
ne zaman bir su sesi, i
çimde sevgiler kanar,
pınarlar kanar benimle.
Sonra sen gelir dökülürsün içime,
sen gelir dökülürsün gözlerime,
kirpiklerim dökülür yollara.
Gülaydınlığın doğar üstüme.
İşte o zaman dağ dağ özlem kesilirim,
bulut bulut, hüzün hüzün..
adını bilmediğim, tanımadığım yerlere...
Sen yağınca susuzluğum dinerdi,
biterdi kimsesizliğim,
dağılırdı ürpertilerim.
Serin bir meltem değip geçerdi yapraklarıma.
Dünyalar benim olurdu,
uçardım sevinçten.
Günlerime, gecelerime;
hiç kimsenin bilmediği,
fark etmediği sıcak bir sevgi dolardı.
Sıcak bir sevgi dolardı yüreğime.
Her çocuğa gülümserdim;
her kuşa, her kelebeğe, her arıya gülümserdim...
Erişilmez bir uçurum kıyısında rüzgarlara ağıt yakan,
yalnız ve boynu bükük,
bembeyaz bir çiçektim ben.
Sen, bakışlarında sevdalar gizleyen,
sevdalandığım, gözleri menekşe rengi küçücük bir kızdın..
Adına Seher demiştim,
adına sevda, adına umut.
Sevdam, umudum her şeyimdin.
Günüm, günaydınım,
gülaydınlığım seninle başlardı.
Tek sevenim, tek sevdiğimdin.
Yağmurumdun sen;
kurak günlere, ayaz gecelere inat.
Hiç bitmeyen bir umut,
özlem ve hazla beklerdim seni.
Gelmediğin zaman boynumu büküp,
kapar gözlerimi seni beklerdim.
Özlemin umudum olurdu,
umudum özlemin.
Beklerdim, beklerdim bıkmadan, usanmadan...
çünkü seni seçmiştim ben,
sevdam, arkadaşım olarak.
Sevdanı yüreğime nakış nakış işlemek için.
İşlemeliydim ki, fırtınalar, boranlar içinde bile olsa
kardelenler gibi açmasını öğrenmeliydim...
Umudumun bitip tükendiği anlar da oldu elbette zaman zaman.
Seni beklerken,
bekleyişin işkenceye dönüştüğü zamanlar da olurdu.
Günlerin yıllara döndüğü zamanlar olurdu.
Ama hiç şikayet etmedim,
şikayet etmedi yüreğim.
çünkü seni delicesine seviyordum
ve bu sevgimle mutluydum.
Özlemine zor da olsa katlanıyordum bir umutla.
Sen beyaz bulutlarla gelirdin,
bembeyaz gelinlikler içinde.
Hayran hayran bakardım sana.
Sen gelince ardından gökkuşağı gelirdi.
Gökkuşağına dönüşürdün rengarenk.
Her renginde umutlarım vardı,
hayallerim vardı.
Canlı, cansız tüm varlıklar kıskanırdı güzelliğini.
Sen, hayatıma kattığım canım, gözbebeğimdin.
Ben de senin cançiçeğindim.
Gözlerime dolan bulut,
üzerime yağan yağmurdun sen.
Toprağa saçtığım umudumdun.
Havaydın, hayattın, suydun,
sevgime bandığım gülaydınlığımdın, günaydınımdın...
Alıntıdır..
wintermute
15/11/2007, 21:09
harbi son şiir çok güzelmiş yhaaa :( ellerine sağlık mehmet abi
seni sevmek
nazlı nazlı salınan bir aleve yaklaşmak gibi
uzaktan korkutucu geliyor önceleri
yaklaştıkça ısınıyor insanın içi
yaklaştıkça sarıyor sıcaklığın bedenimi...
seni sevmek
bir uçurumun dibinde nefes almak gibi
aşağısı puslu görünüyor önceleri
baktıça açılıyor o derin sis perdesi
baktıça görüyorsun dipteki mavilikleri...
seni sevmek
gece karanlığında yıldızları izlemek gibi
çok çok uzak geliyorlar önceleri
izledikçe unutuyorsun mesafeleri
izledikçe yaklaşıyor eşsiz güzel
Ben seni kocaman bir yürekle sevdim. Gözlerim değil, yüreğimdi seni
gören.
Sen damarlarımdaki kana karışıp, geldin oturdun yüreğime. Bir başka
yerde olamazdın zaten.
Sen, benim en değerli yerimde, yüreğimde olmalıydın,
orada kalmalıydın. çok aşka ev sahipliği yapan bu yürek, ilk kez bu
kadarkolay kabullendi seni.
Herhangi bir konuk değildin artık. Bu yüzden ne ağırlama faslı vardı, ne de uğurlama. O yüreğin gerçek sahibiydin.
Şimdi sonbahar, kışa giriyoruz ya... Ben dört mevsim baharı yaşadım
seninle. çiçek çiçek açtın yüreğimde. Gökkuşağı zayıf kaldı, senin
renklerin karşısında. Taze bir yaprak gibi yeşildin. Açelya idin
pembeliğinle. Üzerine çiğ taneleri düşmüş sarı güldün. Kırmızıydın
bir ateş gibi.
Ve maviydin... En çok bu renkle anmayı sevdim seni. Denize
tutkundum, denizi sensiz, seni de denizsiz düşünemedim.
Seni severken dünyayı da sevdim ben, insanları da... Kendime bile dar
gelirken, içinde herkese yer olan bir hayatın sahibiydim artık. En kızgın,
en tahammülsüz olduğum anlarda bile, seni düşünmek yetti bana.
İçimdeki sevinç yüzüme yansıdı, güldüm.
Beni öylesine güldüren senin sevgindi ve ben kaygısız, içten gülüşün ne demek olduğunu, nasıl güzel bir şey olduğunu anladım seninle...
Her şeye rağmen sevdim seni. Güçlüydüm ve aşamayacağım hiçbir zorluk
yoktu. Koca bir kente, koca bir ülkeye kafa tutabilirdim. Sen elimden
tuttuğunda, patlamaya hazır bir volkan gibi hissederdim kendimi.
Menzil sendin ve ben o menzile ulaşmak için önüme çıkan her şeyi yok
edebilirdim.
Sana ulaşmamı engelleyecek her şeyi eritirdim, kül ederdim. Sana
ulaştığımdaysa sakin bir göle dönüşürdüm. Ve o göle bir tek sen
girebilirdin.
Sevdim ve hayrandım da... Her halin çekti beni. Duruşunu, uyumanı,
gülmeni, kızmanı, şaşkınlığını, saflığını, kurnazlığını, çocukluğunu,
olgunluğunu sevdim. Sesini de sevdim suskunluğunu da.
Küçük oyunlarını, kaprislerini, sitemlerini, korkularını sevdim. Seni
ve o doyumsuz sevdanı, uçarı sevdanı anlatacak kelime bulamadım çoğu
zaman.
Sığmadın cümlelere ve hiçbir cümle seni yeterince tarif edecek kadar derin olmadı.
Seni severken yorulmadım. çünkü sen yaşam kaynağıydın. Her gün
yenilendim.
Seninle çoğaldım, büyüdüm. Eksik kalan neyim varsa tamamladın.
Ölmeyecektim çünkü sen ölmezliğin ta kendisiydin.
Sevdim işte ötesi yok...
GaladrieL
23/11/2007, 21:30
https://img147.imageshack.us/img147/475/lonelyuk5.jpg (https://imageshack.us)
Belki son defa, belki yıllardan sonra
Sırlar içimde, korkarım anlatmaya
Aşk alır beni, kandırır beni
Küçük bi çocuk gibi
Sen güzel kadın, hiç mi mutlu olmadın
Hiç mi sevmedin, hep mi yarım kaldın
Belki bilmeden bekledin beni
Beni sana kader getirdi
İçimden geçen senin içinden geçer mi
Nasıl saklarım seni ne çok sevdiğimi
Benim içimden geçen senin içinden de geçer mi
Ama nasıl saklarım seni ne çok sevdiğimi
Sözler az kalır, çaresiz kalır
Gözler anlatır, aşkı gözler anlatır
Pinhani
https://img147.imageshack.us/img147/8783/sadeyesneverliebyfs600pe1.jpg (https://imageshack.us)
Sen değildin belki özlediğim
Sıcaklığını hissetmeyi özlemekti belkide
Belkide teninin yumuşaklığını hissetmekti
O gözlerinin hep bana bakmasını istemekti belkide
Sen değildin belki özlediğim
Bana aşkım deyişini duymaktı belkide
Belkide bana sevgi sözcüğü söylemendi
Kırık bir cam şişesi gibi gönlümün içini doldurmandı belkide
Sen değildin belki özlediğim
Seni düşünürken hayalinin kaybolmasıydı belkide
Belkide hayalini kaybetmemek içindi her şey
Hayal yerine seni yaşamaktı her şey belkide
bak yine uyku yok gözümde
zifiriyim bir yerlerde
dur geri döndür beni sen de
ölüm olsun götür beni de
içtiğim şaraptı hayalin
yakar bi cigara biterim
dumanında yitip giderim
içime seni çekerim
içtiğim biraydı hayalin
yakar bi cigara biterim
dumanında yitip giderim
içime seni çekerim offf
sensiz kötüyüm beterim
çıkmaz sokağın biriyim
öksüz kaldım yetimim ben
sönmüş ateşin külüyüm
zindan oldum hapisim ben
çok özür diliyorum sözcük hataları için, insan içinden yani yüreğinden okuyorsa yada yazıyorsa kelimelerin yerleri değişik bile olsa anlamını kaybetmiyor. Anladığı yada gerçekten istediği gibi okuyor :)
EE maşallah kadriye :)
İbrahimKC
06/12/2007, 23:16
Tüm Sevipde Ayrılmak Zorunda Kalanlara...Bu kadar damardan girmek istemezdim ama ben çok beğendim.
Bu şarkının diğer bir klibinin başında yazanlar:
Bu video klip
Aşkını Kalbine gömmek zorunda kalanlara,
Sevipte sevilemeyenlere,
Sebepsiz yere ayrılanlara,
Aşkına karşılık bulamayanlara,
İthafen hazırlanmıştır.
YouTube - Gokce Kirgiz - Kalbime Gomerim (https://www.youtube.com/watch?v=wpO7W1JzaNU&feature=related)
Kardeşim bu şiir de benden sana gelsin;
Gülümse.. Ağlarken bile gülümse
İzin verme hayatın 1-0 öne geçmesine
Yollar bitse de, ümitler tükense de gülümse
İzin verme yaşamın 1-0 öne geçmesine
Onlar gülmeseler de sana sen gülümse
İzin verme hüzünlerinin sevinçlerinin 1-0 öne geçmesine
Gülümse Çocuk Gülümse..
İşte Şimdi 1–0 her şeyden öndesin küçük bir tebessümle…
wintermute
07/12/2007, 18:10
Yaz direniyor sonbahara. . . gece yıldızların sözcüsü, bir tek seni anlatıyor. Yanıma bakıyorum yoksun, nefesin daralıyor, boğazımdan başlayıp tüm vücuduma yayılan bir ağırlık yerimden kıpırdayamaz hale getiriyor beni. Kapıyorum gözlerimi, yoksan görmesinler hiç bir şeyi . ' Ansızın çıkıp gelse ' diyorum ' Bir dokunuşuna bir kenti feda edeceğimi bilse ve gelse . . . '
GELMEZ MİSİN ?????
Uzaktasın ; ama ... değilsin gibi aslında, yüreğimden kalkan kelebeklerin saçlarına konduğu o an , bizi zaman ve uzaklığın asla ayrı koyamıyacağını anlamıştık ikimizde. İki beden , iki farklı yerde olsa bile ruhların buluşmasını ne engeller ? Özgür bırak ruhunu. Gecenin karanlığını delen beyaz bulutlara binip gelsin ve buluşsun benimle . Bırak ruhlarımız sevişsin bu gecede . . .
İSTEMEZ MİSİN ? ????
Sen aslında ' ben' sin. Şimdi ne düşünüyorum aynını düşünüyorsun biliyorum. Sabah uyandığımda yanımda olmayışının acısını daha geceden hissediyorum. Uykularım kaçıyor, uyku benide senide çoktan terketti zaten. Ve sende benimle aynı anda duyuyorsun. Gözlerinde hüznü , gözlerinde sevinci gözlerinde en yaramaz çocuğu gördüğüm anlar geliyor aklıma . Sende bak gözlerime . Orada yıllara meydan okuyan, solmamış ve asla solmayacak bir aşk war . . . Senin aşkın . . .
GÖRMEZ MİSİN ???
Sesleri ayırt edemiyorum bu gece ne garip . . . Aklımda sadece senin söylediğin şarkılar war, ondan belki de. Seni dinliyorum'kimseye etmem şikayet ' diyorsun . Bir şarkıda ben söylemek istiyorum seninle. Sesimizin duyulmadığı yer kalmasın istiyorum. Avazımızın çıktığı kadar, bağıra bağıra söyleyelim , Şarkımız bütün aşklara marş olsun. . .
SÖYLEMEZ MİSİN ????
Yine bir sabaha karşı, sen uyumak isteyipte uyumadığın uykulara hasretken çalacağım kapını. Sarılarak karşılayacaksın beni , teninin kokusunu çekeceğim içime, başım dönecek. Tüm ışıklar sönecek saatlerce el ele tutuşup tek kelime etmeden bakışacağız. Bakışmaktan yorulup konuşacağız. Tekrar sarılacağım sana doya doya. Yok edeceğim korkularını , yanıtlanmamış soru kalmayacak . Bunca zaman nasıl sevmişsem seni öyle seveceğim bundan sonra da . Ya sen beni
SEVMEZ MİSİN ????
wintermute
07/12/2007, 18:23
Seni Arıyorum Sensizliğin İçinde
Dönmemek üzere gitmeleri daha yakın buldum kendime nedense . . . Yeni bir aşka doğru başımı alıp gitmek istedim sebepsizce . . . Herşeyi geride bırakıp gitmenin hüznünü yaşadım sokaklarda . Loş barlarda gizlice ağladım gitmelerimin ardından , durdum bir süre. Seni uzaktanda olsa görmek bile teselli etmeye yetmedi ruhumu. Amaçsız yürüyüşlerimin oldu . . .
Kaç kez götürdü beni ayaklarım bana git dediğin o yere kadar ! Kaç kez büyük savaşlara girdi duygularım onurumla. Hayatıma sahip çıktığım için kaç kere suçlandım amaçsız biri olmakla !
Ya bir dostun yanı olurdu gittiğim yer, yada bir otel odası , ya uzak bir kent yada birtanemin ' GİT ' dediği yer . . . Ve düşünürdüm . İşte bir kez daha oldum Aşkım . . . Birkez daha yeni bi karar werdin , bir kez daha ekledin yalnızlığı kişisel tarihime . . . Bırak şimdi verdiğin kararı sorgulamayı. Geceye iyi bak. Karanlığı dinle . Yarın güneşin yeniden doğacağını düşün . Ve benim seni yine seveceğimi düşün. Yaşadıklarını değil yaşadıklarımızı ve yaşattıklarımızı düşün bu gece. Yüreğinin sesini dinle bu gece . Ama benide asla unutma olurmu ? . .
Sonra unutulmuş bir ben gelsin kapatsın göz kapaklarını. Ve sende düş bensiz bir uykunun kollarına , yarın yeni bir hayata merhaba demek için . . .
GaladrieL
07/12/2007, 20:50
Su verdiğin çiçekler küçük bahçemi süsler
Şimdi bütün güller susuz ve kimsesiz..
Seni beklemekten, seni özlemekten bu halimiz
https://img107.imageshack.us/img107/3792/forgottenoriginalbynoirou9.jpg (https://imageshack.us)
İnandığın masallar birer şarkı oldular
Sana imkansızlıkları unutturdular
Şimdi yarım kaldılar, sen gidince unutuldular..
Masamdaki resimler bir eski filme döndüler
Hergün aynı sahneler, içinde kendimiz
Küçük mutluluklar, çok eski hatıralar içindeyiz
Sevildiğim zamanlar birer öykü oldular
Meraklı çocuklara anlatıldılar
aynı olduğu gibi, yaşandığı gibi..unutuldular...
Pinhani-Unutuldular
wintermute
08/12/2007, 00:44
Ağlamamam lazım kendime söz verdim...:(
o sözü bende çok vermiştim ama bazen olmuyo işte insanın göz pınarları dolup taşıyo :( ağlamamak eldemi :S
SESSİZ GEMİ
Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilinmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.
konu içinde verilmiştir belki ama yarın bi akrabamı son seferine uğurluyorum... :(
ustadan klarnet dinleyin
YouTube - Husnu Senlendirici & Mustafa Kandilrali.. (https://www.youtube.com/watch?v=sTFIEj0c54o)
wintermute
10/12/2007, 00:51
Aşk, sevdiğinin göz yaşına talip olmaktır acıyı yüreğinde kimseye sezdirmeden taşımaktır.
Sevgi, sevdiğiyle acısını sevincini paylaşmaktır, Aşk gelmiyeceğini bile bile beklemektir terk edeceğini bile bile ona sarılmaktır.
Şüphesiz ve sitemsiz sevgiliden bir yudum sevgi istemek değil ona gökler dolusu sevgi sunmaktır karşılıksız ve çıkarsız. Nerden çıktın karşıma demek değil neden daha önce çıkmadın demektir
tempesty
10/12/2007, 01:10
Egemen kardeş ukalalık gibi olmasın da ; zaten ne yazsam ne söylesem boş gelir şu an senin için ama ileride kendine çok güleceksin ona eminim :)
wintermute
10/12/2007, 16:57
Egemen kardeş ukalalık gibi olmasın da ; zaten ne yazsam ne söylesem boş gelir şu an senin için ama ileride kendine çok güleceksin ona eminim
estafurullah ne ukelalığı benim geldiğim yollardan siz gelip geçmişsinirdir eminim . . . Aslında bende farkındayım güleceğimin ama ben şimdi şuanı yaşıyorum we bazı olaylar gerçekten insnın zoruna gidiyo bunu belki sizlerde yaşamışsınızdır we kendimi buralara atıyorum ... Birde üstüne dün zamanında sevgilim dediğim çocukca hayaller beslediğim liseden bu yana sevdiğim eski sevgilim olan kızı onun için dövdüğüm insanla el ele görünce gerçekten kötü oluyo yhane ama ilerde bi gün güleceğimin farkındayım zaman herşeyin ilacı ama kafaya takmadan da olmuyo . TEŞEKKÜR EDERİM
Neden böyle söyledin Bora?:unsure00:
Belki söylediğinde haklısın.İleride bu hissettiklerine gülecek belki de canı daha çok acıyacak.Bunu bilemeyiz.Ama ne olursa olsun hayat yaşadıklarımızla şekilleniyor.Ve bir zamanların doğruları bir süre sonra yanlışlarımız olarak önümüze dikilebiliyor.
Ablacım gerçekten de haklısın, sizin de dediğiniz gibi bir zamanın doğruları gerçekten yanlış olduğunu anladım fakat iş işten geçmiş oldu. . . ama insan genede üzülüyo
kadriye abla doldurmuşsun yine buraları... :)
haziranla ilgili yazıyı bi haziran doumlu olarak fazlasıyla sewdim... :)
GaladrieL
12/12/2007, 12:12
Çin'de bir adam, her gün boynuna dayadığı kalın sopanın iki ucuna astığı
testilerle dereden su taşırmış evine.. Bu testilerden birinin yan
kısmında çatlak varmış... Diğeri ise hiç kusursuz ve çatlaksızmış; ve her
seferinde bu kusursuz testi adamın doldurduğu suyun tümünü taşır,
ulaştırırmış eve..Ama her zaman boynunda taşıdığı testilerden çatlak olanı
eve yarım; diğeri dolu olarak varırmış iki sene her gün bu şekilde geçmiş.
Adam her iki testiyi suyla doldururmuş ama evine vardığında sadece 1,5 testi su
kalırmış...Tabi ki kusursuz, çatlaksız testi vazifesini mükemmel yaptığı için çok gururlanıyormuş. Fakat zavallı çatlak olan kusurlu testi, çok utanıyormuş. Doldurulan suyun sadece yarısını eve ulaştırabildiği için de çok üzülüyormuş.
İki yılın sonunda bir gün, görevini yapamadığını düşünen çatlak testi,ırmak kenarında adama şöyle demiş:
"Kendimden utanıyorum. Şu yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene kadar
akıp gidiyor.." Adam gülümseyerek dönmüş testiye; "Göremedin mi? Yolun senin
tarafında olan kısmı çiçeklerle dolu. Fakat kusursuz testinin tarafında hiç yok.Çünkü ben başından beri senin kusurunu, çatlaklığını biliyordum..Senin tarafına
çiçek tohumları ektim.. Ve hergün o yolda ben su taşırken,sen onları
suladın.. 2 senedir o güzel çiçekleri toplayıp,masamı süslüyorum. Sen kusursuz olsaydın, o çatlağın olmasaydı evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim" diye cevap vermiş.
Aslında hepimiz birer çatlak testiyiz. Her birimizin kendine has kusurları vardır.
Fakat sahip olduğumuz bu kusurlar ve çatlaklardır hayatlarımızı ilginç yapan,mükafatlandıran, renklendiren..
Etrafımızdaki her kişiyi,oldukları gibi kabullenin..
Onlardadaki kusurları değil, içlerindeki güzellikleri görün...
CAN DÜNDAR
Asker
Deki o şimdi asker
Deki o şimdi vatani görevini yapıyor
Deki o bizleri koruyor
Askerim ana asker
Desinler ki
Gitmiş vatani görevini yapmaya
Düşmüş bir kışlaya
Çavuş demiş başladınız asker olmaya
Askerim ana asker
Derim ki
Gönderirim resimlerimi
Çekerim sıla hasreti
Açamam sevgilime derdimi
Askerim ana asker
Dediler ki
Çıktı bir göreve
Girdi bir cepheye
Yıktı bir kurşun mehmedim nerede
Askerim ana asker
Dedim ki
Ana sen gönlünü ferah tut
Sizleri kötülükten koruduk
Vatan sağ olsun şehit olmuşuk
Askerim ana asker
anne
Sıcağın sinmiş bana,
Seni severim ana,
Sensiz bana kan veren
Sensiz bana can veren.
Küçükken yudum yudum,
Sütlerinle uyudum.
Kulağıma ninniler,
Neler söyledin neler.
Beni büyüttün ana,
Beni yürüttün ana,
Göremeyince seni
Kucaklarım gölgeni
Çanakkale destanı
Yıl 1915
18'indeyiz Martın.
Kendine gel biraz!
Pek tekin değildi Çanakkale'nin suyu,
Geçilmez bu boğaz...
Bizi
Ne topun yıldırır,
Ne kurşunun.
Çünkü artık
Başladı cengimiz.
Er meydanında bulunmaz dengimiz...
Sen misin Mustafa Kemal'im ileri diyen?
İşte fırladık siperden.
Sırtına yüklenmiş kahraman
Seyit 276 kiloluk mermiyi,
Koşuyor bataryasına ateşler içinden.
Bu mermi denizlere gömecek Elizabet'i Buvet'i...
Yanıyor bugün Anafartalar yanıyor,
Denizler yanıyor,
Dağlar yanıyor.
Zafer bizimdir artık
Düşman zırhlıları batıyor...
Türk'üm,
Muzaffer olarak doğmuşuz bir kere.
Bir karış toprak uğruna Kimimiz şehit oluruz.
Kimimiz gazi.
Hiç değişmez bu yazı.
Dünyada her yer geçilir belki
Lâkin geçilmez Çanakkale Boğazı..
GaladrieL
14/12/2007, 12:53
"O KADAR HIZLI GİTTİK Kİ, RUHUMUZ GERİDE KALDI"
Bir filmde seyrettim;
genç ve güzel bir kadın Paris'te bir cafe de bir erkeğe anlatıyordu. O da anlattıklarını bir dergide okumuş;
Meksika'da Inka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yerli rehberle yola koyuluyor.Dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. Aynı hızla tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye başlıyorlar. Tabii Avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar.
Saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola sonunda tepenin üstündeki görkemli Inka tapınaklarına geliyorlar. Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor,
"Hiç anlayamadım, niye yolun ortasına oturup saatlerce yok yere bekledik?" Yaşlı rehberin cevabı o kadar güzel ki;
"Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik..."
Niye içimiz de hep bir eksiklik duygusuyla yaşadığımızı, niye mutlu olmayı beceremediğimizi, niye kendimiz olmayı başaramadığımızı ve "niye" ile başlayan daha bir dolu sorunun cevabını açıkça veriyor Inkalar'in yaşlı torunu. Çünkü bu aptal hayat içinde o kadar hızla yol alıyoruz ki, ruhumuz çok arkada kaldı, hatta onu nerelerde unuttuğumuzu bile hatırlayamıyoruz.
Çocuğunu kaybeden annelerin çılgınlığında bir sağa bir sola saldırıyoruz hepimiz, ama bir farkla, biz neyi aradığımızı bile bilmiyoruz... Herkes bir arayış içinde, ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor.
Sanıyoruz ki çok paramız, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız. Hadi maddeciliği bir kenara bırakalım; niye herkes aşktan şikayetçi? Çevremiz de kaç kişinin aşk hayati iyi gidiyor? Eminim parmakla sayılacak kadar azdır. Ve eminim hiç kimse yanlışın nerede olduğunu da bulamıyordur.
Ben ten uyuşması kadar ruh uyuşmasının önemine inanırım. Hatta insanların eş ruhlarının olduğuna bile inanırım. Ama ruhları olmayan bedenler birbirleriyle ne kadar uyuşabilir ki? Evet, önce göz görür fakat ancak ruh sever. Ayrıca ruhumuz olmadan eş ruhumuzu bulmak gibi bir şansımız olmadığına da eminim... İşte bu yüzden içimiz de sürekli bir eksiklik duygusuyla yaşıyoruz hepimiz, işte bu yüzden sürekli duvarlara çarpıp, çarpıp kendimizi kanatıyoruz ve işte bu yüzden mutluluğu bir türlü yakalayamıyoruz...
Milan Kundera "yavaşlık" adlı kitabında; "yavaşlık hep aldatır, hızlılık ise unutturur" diyor. Telefon hızlılık mesela, konuşulanları, söylenenleri unutturur. Mektupsa yavaşlık, hep vardır ve hep hatırlatır.
Ben kendi adıma her zaman yavaşlıktan yanayım. Mesela uçaklardan hiç hoşlanmam, yeni bir şehre, yeni bir iklime hazırlanmaya, hatta hayal kurmaya bile vakit bırakmıyor bana. "Küt" diye başka bir hayatın içine giriveriyorum. Ve en kötüsü de dönüşler, daha ayrılığın hüznünü bile yaşamadan İstanbul'da olmak sahiden de çok tatsız.
Tabii ki ruhumun beni terk edip oralarda kalması da çok normal. Oysa trenler karanlık geceyi yırtan keskin düdüğü, uykuda olanlara yolculuk düşleri gösteren kara trenler...
Dağları bölen, nehirlerle yarışan, köprülerden geçen, ağaçları selamlayan, çocuklara el sallayan, güne bakanlara göz süzen, geçmişin hüznünü, geleceğin umudunu yaşatan, yolcularına yepyeni dostluklar hazırlayan kara trenler var bir de. Uçak değil, tren olmak istiyorum. Böylece ruhum benden hiç ayrılmaz. Evet freni patlamış kamyon gibi yaşamanın hiç anlamı yok. Ayağımızı gazdan yavaş yavaş çekelim ve biraz mola verip
ruhumuzun da bize yetişmesini bekleyelim artık.
Aceleye ne gerek var? Hayat yalnız biz izin verdiğimiz gibi geçer. İyi ya da kötü, hızlı ya da yavaş... Her şey bizim elimizde, sevgi de, aşk da, başarı da.
"" Ama ancak kendi ruhumuzla buluştuğumuzda... ""
Can DÜNDAR
BİR YUDUM MUTLULUK
yılları serdim gözlerine,kovdum karanlık akşamları.bir yığın acı ve kederden koşuyorum uzak gecelerden.işte sensiz gecelerden bir gece.şu deli divane gönlüm şaha kalktı yine,artık yaşıyorsam ben senin için.sen olmayınca yanımda hayatın bir tadı yok benim için.gün sayıyorum ben hani asker misali tezkereye az gün kaldığı zaman şafak sayarlar ya onun misali bende şafak sayıyorum sana kavuşacağım ana.
oysa senden tek bir şey istiyorum.
biraz umut,gülen bir çift göz,biraz sevgi işte hepsi bu kadar.
oysa sana verebileceğim çok şey olacak.düşüncelerimi verecektim,hayaller canlandıracaktım senin için dizi dizi.gül bahcelerinde gezecektin bir an,ap ak bulutlardan kanatlar takacaktın.
gökyüzünün maviliğinden tüller giydirecektim sana mehtapta.
taki akşamın alaca karanlığından sabahın şafağına kadar.bambaşka düşler verecektim.
en tatlı pınarlardan su içecektin,rüzgarlarla savrulan simsiyah saclarının her teline bembeyaz papatyalar takacaktım inan en yüce sevgilerden bahsedecektim sana sevdaların doruğunda bir lale kadar masum bir ceylan kadar ürkek tapılacak kadar sevilmeye değer olacaktın.
istediğim tek şey biraz umut biraz sevgi.
bir tatlı bakış gülen bir yüz biraz sevgi verebilirsen bana bu mısralar kadar kısa.
en yüce sevdalardan bahsedebilirim sana.
istediğim tek şey biraz mutluluk biraz sevgi.
sevgiye hasret
kücük kız annesiyle yürürken birden durdu yağmur damlalarıyla ıslanan gözlüğünü cıkararak baktığı şey babasıyla birlikte bisiklette giden bir başka kız cocuğudu bisikletin arka tarafındaki minder üzerine oturan kız düşmemek için babasına sarılmış soğuktan pembeleşen yanaklarını onun sırtına dayamıştı adamın arasıra yana dönerek söylediği sözler küçük kızı kıkır kıkır güldürüyordu
kaldırımdak kız bisikletin arkasından bakarken annesi durumu fark edip
evdekiler yetmiyormuş gibi gözün hala bisikletlerde diye cıkıştı ama eyer beyendiysen baban onuda aldırır
kücük kız yumuşak bir sesle
bisiklete değil kıza bakmıştım dedi babası o vaziyette bile kendisi ile sohbet ediyor da....
annesi kücük kızı duymamış gibiydi onun kürklerle dolu şapkasını düzeltirken
arkadaşların bu havada bile yürüyerek gelmiyor dedi halbuki baban işe giderken de olsa birkac dakikasını ayırıp seni mercedes'iyle getiriyor
kızın gözü yine bisikletteydi kadın alaycı bir ifade ile
istersen baban da seni bisikletle getirsin diye devam etti ne güzel yakışır öyle değilmi
küçük kız inçi taneleri gibi süzülen göz yaşlarını annesinden saklamaya calışırken
çok isterdim diye cevap verdi belkide böylelikle BABAMA sarılırdım.....
sevgiliye mektup
senin sesine uyanmadığım bir sabah, sensiz yediğim üç öğün yemek,telefona kapıya sen diye koşmadığım, seni hayal etmediğim bir gün, seni hayal etmeden yattığım bir akşam, ayak sesini duymadığım gölgeni görmediğim sokaklar ve bir gece sensiz dalmak uykuya. seninle bölünmeyen bir uykuya seninle dolu olmayan düşler seni anmayıp ve anımsamadığım bir 24 saat düşledim yinede başaramadım.
görsen şu an ne kadar çaresizim.
yaşantım tutsak oldu sana gözlerine vurgun.sevgine hasretim, her öğün yediğim yemek kadar teneffüs ettiğim hava gibi muhtacım sana.bir ara yalnızlığına alışır gibi oldum lakin unutamadım.adını mıh gibi caktım aklıma. artık içimdeki fırtına dönüştü kasırgaya hasretim sana.
düşünürken beynim ağlarken gözyaşımsın yatarken yaprağım öperken dudağım sevincimsin üzüntümsün ümidimsin her şeyimsin ışıtan güneşimsin üşüten soğuğumsun beni hayallere bağlayanımsın seni düşlerimde gördüğüm beni benden çalan sevgili bir tane hırsızımsın..
Ben Bir Mustafa Kemal'im
İzindeyim Atatürk’üm
Tek benzemez şu cemalim
Her şeyimle ben bir Türk’üm
Ben bir Mustafa Kemal’im
Hep bağlıyım ben bu anda
Hür yaşarım bu vatanda
Gücüm damardaki kanda
Ben bir Mustafa Kemal’im
Laik cumhuriyetçiyim
Halkçıyım milliyetçiyim
Hep hürüm hürriyetçiyim
Ben bir Mustafa Kemal’im
Anadolu elindeyim
Tüm dünyanın dilindeyim
Atatürk’ün yolundayım
Ben bir Mustafa Kemal’im
Vatan birdir kimse bölmez
Türke düşman asla gülmez
“Mustafa Kemal’ler ölmez “
Ben bir Mustafa Kemal’im
Mustafa Dilki
alıntı
Sitem Ederim,
Ümitle başlayan dost sohbetleri
Ümitsiz bitince sitem ederim,
Dost için harcanan tüm saatleri
Kıymet bilmeyince sitem ederim.
İyi günde çokmuş seni anlayan
Kötü günde yokmuş seni arayan
Anladım kalmamış dosta ağlayan
Gönül Dostlarına sitem ederim.
Dostlar meclisinde maddiyat olmaz
Temeli manevi duygu kaybolmaz
Gönül Dostlarının çiçeği solmaz
Çöllere düşünce sitem ederim.
Mazi denen geçen günler özlenir
Aslında o mazi bizde gizlenir
Kalpten kalbe manevi yol izlenir
Tahrip edilince sitem ederim.
Unutmayın dostu unutanları
Yüreğe yazılan o anıları
Feryadi’den dosta tüm saygıları
Gelmedi denince sitem ederim.
15.04.2003
Ali Osman Feryadi
hayırdır kimse uğramaz oldu
söylemek gibi yazması da zor galiba canlanın biraz
Affet BabacıığımEvliliğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında eşi bütün bağları kopardı ve 'Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak' diyerek rest çekti.
Eşini kaybetmeyi göze alamazdı. Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hala onu ölürcesine seviyordu. Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı. Babasına lazım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can 'Baba ben de seninle gelmek istiyorum' diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.
Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik can sürekli babasına 'Baba nereye gidiyoruz ?' diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu. Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı. En son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi. Tipi adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü. Öyle üzgündü ki Dünya başına göçüyor gibiydi. O bu duygular içindeyken babası yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu. Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terk etti.
Arabaya bindiler. Can yol çıktıklarında ağlamaya başladı neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Can 'Baba sen yaşlandığında bende seni buraya mı getireceğim' diye sorunca Dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında 'Beni affet baba' diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış ve çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu 'Baba beni affet, sana bu muameleyi yaptığım için beni affet' diye hatasını belli ediyordu.. Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu...
Anonim adlı yazardan alıntı
'Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın. Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum
alıntı
hadiyin kimse yazmıyor her hal
Ağladığımda Mendilim OlDün yine gökyüzünün masmavi görkemi ve hayalini çizdiğim bembeyaz bulutlarının altında seni bekledim. Uzaklarda gülümseyen gökkuşağının renkleri içinde aradım seni, yoktun. Yokluğun, bir canavarın dişlerinde yüreğimi kemirip duruyor. Yokluğun cehennemim, yokluğun zifiri karanlığım, zindanım oldu. Belki, bir köşeden çıkıp gelirsin diye bütün gün seni düşleyip, gözlerim ufukta, kucağım dolu sevgi, yüreğimde binbir umut yeşertip ve ölesiye bir özlemle bekledim seni, gelmedin... Seni ne kadar özlediğimi bilmiyorsun. Bir bilsen seni ne kadar çok özlediğimi; dağları, tepeleri aşar, denizleri, ovaları devirip gelirdin bana...
İçim özleminle nasıl dolup taşıyor, özleminle nasıl tutuşuyor bir bilsen. Yüreğimin bütün bentleri paramparça sensiz. Şimdi yüreğimin her kıyısından özlem sızıyor. Yüreğime de söz geçiremiyorum artık. Biz bu dünyada seninle çıkarsız, yalansız, hilesiz hesapsız sevdik birbirimizi.. Yüreğimizin bembeyaz tuvaline maviyi fonlayarak ve aşkın da kıpkızıl resmini de çizerek; insanları, kuşları, dağları, çiçekleri, suları da öyle hilesiz sevmiştik.
Biz seninle bütün engellere rağmen, bitmez tükenmez bir azimle sevginin doruğuna erişmek için tırmandık hayat yokuşunu. Ve bitip tükenmeyen bir aşkla sevdik birbirimizi. Biz seninle uzak dağ başlarına yazdık umutlarımızı. Denizlere, dalgalara, fırtınalara, acılara, korkulara, uçurumlara yazdık sevdamızı. Biz seninle kanatları sevdalı iki güvercindik mavi göklerde. Kanat çırptıkça yükseldik sevdalara, yükseldikçe sevdalara avcılar düştü peşimize.
Zamanın acımazsızlığına, aramızdaki mesafelere, etrafımızdaki çirkinliklere, günübirlik aşklara, saldırılara, satılık sevgilere rağmen, biz yine de yüreğimizde hiç sönmeyen bir yangınla özledik birbirimizi, en kutsal aşkla sevdik, kirletmeden umutlarımızı bekledik...
Senden ayrılalı günlerin, ayların, yılların nasıl geçtiğini bilemez, hesabını tutamaz oldum. Her seher uyanınca dağların esen rüzgarlarına açıyorum penceremi, o ölümüne özlediğim kokunu getirir diye. Bir nebze de olsa dindirir yada söndürür diye yüreğimdeki özlemin ateşini...
Her gece menekşe rengi gözlerini demledim hayalimde. İpek saçlarını, sevdalı gülüşlerini, inci dişlerini demledim. Ne çok severdin yayla yollarında türküler söylemeyi, ellerimi avucunun içine alıp, başını göğsüme dayamayı. Şimdi her gece, insana hayat veren ve yüreğime nakış nakış işleyen sevda sözlerin dolaşıyor kulaklarımda , paylaştığımız ümit dolu tatlı hayalleímiz.
Yılmak yoktu bizim için bu yolda. Ağlamak, sızlanmak yoktu, geriye dönmek hiç yoktu. Zordu, çetindi bizim sevdamız ama her şeye ve çekilen tüm acılara değerdi. Sabır diyordun. Sabrı, ümit etmeyi, sevmeyi, zorluklara karşı direnmeyi de senden öğrenmiştim. Konuşurken insanın yüzüne dosdoğru bakmayı, dürüst ve namuslu bakmayı, merhameti, acımayı, insan gibi düşünmeyi senden öğrenmiştim. Senden öğrenmiştim sevdalara türkü yakmayı...
Şimdi Ren nehrinin kıyısında dalgın bakışlarla dalıp dalıp gidiyorum uzaklara. Gökyüzü masmavi ve saatler yorgun bir su gibi akıp gidiyor gözlerimde.. Ufka, gökmavisinin kızılla birleştiği o ince sıcak ve yumuşak çizgiye bakıyorum. Bir kuş gelip konuyor saçlarıma, yüreğimi ipekten kanatlarına sarıp sana gönderiyorum...
Seni düşünüyorum. Seni düşünmek gökyüzü olmak gibi bir şey bazen, ya da rotası belli olmayan bir gemiye binip, yeni iklimlere yelken açmak gibi. İnsan olmayan bir adada inip, Robinson gibi insansız bir yaşam kurmak istiyorum. Ve o adada bir ömür yalnız seni beklemek istiyorum...
Saatler su gibi akıp gidiyor. Bir gemi yanaşıyor kıyıya, inen yolcuları izliyorum, sen yoksun. “ Kahretsin !”. diyorum.” Ne olur çıkıp gelse, sarılsa boynuma.” Bir gemi uzaklaşıyor limandan. Suların devinimleri akıyor gözlerimde, karışıp gidiyor uzaklara... Seninle suyu pırıl pırıl bir pınarın başında buluşmak, ellerini tutmak, yüreğinin sımsıcak yerinden, menekşe gözlerinden, narçiçeği dudaklarından öpmek, serin nefesini doyasıya içmek ve doyasıya içime çekmek geçiyor içimden... Sonra sarılıp, sımsıkı kucaklamak ve sevinçten havalara uçmak geçiyor ...
Ağladığımda mendil, güldüğümde kahkaha, susadığımda su olmanı, uyuduğumda rüyalarıma girmeni, her sabah alnımdan öperek uyandırmanı istiyorum...
Her gece kuş olup sana doğru uçmak, ardında serin rüzgarlar bırakarak, dağlar, denizler, ormanlar aşıp, bir pınarın başında menekşe gözlerine konmak geçiyor içimden. Dalgın bakışlarından, sevdalı yüreğinden öpmek geçiyor. O an bütün ağaçlar diz çökmeli diyorum, özleminle kanayan yüreğime. Bütün yıldızlar göz kırpmalı mutluluklara. “Allahım bu kadar mutluluk çok.” deyip, ellerimi gökyüzüne kaldırıp ağlamalıyım. Gökler de ağlamalı benimle, bulutlar, ırmaklar, yıldızlar da ağlamalı...
Şunu bilmelisin ki, nerede olursam olayım, hangi iklimde kalırsam kalayım, vakti geldiğinde bir gün mutlaka, yüreğim alıp beni sana getirecektir. Ben buna bütün kalbimle inanıyorum, sen de bütün kalbinle inan. Hiç bir yol bilmesem de, gelmeye kalmasa da mecalim geleceğim inan... Bekle...
Sevgiler büyüttüm
kır çiçeklerinden, güneşin kanını emen
umutlar yeşerttim bahar renginde al yeşil
dağlarda kar erirken ceylanlar emzirdim
melekler uyandırdım her tan ağardığında
toplamak için bütün düş kırıklarını aynalardan
yıldızlarla selam yolladım sana
ve her gece mavi bir kuş tutup avuçlarıma
dudaklara gül ve rüzgar iliştirdim dağların doruklarına
gelmedin.
upuzun köprüler kurdum içimdeki yolculuklara sana kavuşmak için
beyaz günlere uzandım beyaz atlarla, sana getirsinler diye umutlarımı
seninle öpüşürken
beyaz beyaz güvercinler kanat çırpıyordu mavi göklerin burçlarında
bütün ayrılıkların, savaşların, ihanetlerin üzerine bir çizgi çekiyordum
en güzel barış çiçeklerini versin diye dünya
ak alınlı taylar koşarken alnımın çayırlarında
al türkülerle inledim lekesiz sabahlara her bahar
özlemler kanatıp gecelerin sayfalarında
mavi rüzgarların terkisinde sevgiler yolladım sana
çoğaldıkça çoğaldı çılgınlığım
kanımda milyonlarca yıldız tutuştu
alevler içinde parlayan nehirler aktı yüreğime her defasında
her suyun sesine bir damla gözyaşı bıraktım senin için
gül desenli yaylalara bilmedin
bilki sensiz uzak bir dağbaşı ıssızlığıyım
yoksan ürpertilerde tiril tirildir yapraklarım
seni özlemenin korkunç girdabında
göğünü ve yönünü yitirmiş göçmen bir bulut olup
her gece uçurumlara ağlarım
hasret ateşine bürünürken geceler
uzun ayrılıkların dağladığı sevdalarda
korkunç alevler içirdim seni seven yanıma
iç çekmeyi öğrendi bir yanım, acı çekmeyi bir yanım
ve ardından oturup ağladım küskün ırmaklar gibi
karışıp gitti gözyaşlarım çağlayanlara
silmedin
ey kırçıl saçlarımda yıldız tutuşturan
alıp savuran yangınlara yalnızlıklara
hazan bahçelerinde yaralı bir güldür kalbim şimdi
dört mevsim aşkı kanayan
sen ki, yüreğimde demlenen aysın her gece
gözlerimde çiçeklenen aşk
uzun saçlı hasretimsin
geçen bütün mevsimlerde seni bekledim
gelmedin
özlemlerle yaralı bir yağmur bulutuyum şimdi
firari bir hüznün girdabında yitirdim güldesenli sevinçlerimi
bil ki, çağlayan bütün nehirler benim gözlerimdir
benim yüreğimdir ağlayan bütün denizler
su içtiğim bütün pınarlarda seni susarım
seni sorarım geçtiğim bütün yollarda
düştüğüm her uçuruma bir tutam çiçek bırakır gibi
bir tutam kor ve bir demet gözyaşı bıraktım senin için
gelmedin bilmedin silmedin...
Bir gün gökyüzü gülünce ve geçince üşümesi kalbimin
bütün hasretleri yükleyip rüzgarın kanatlarına
yüreğimde taşıdığım sevda aleviyle
upuzun yollardan çıkıp geleceğim sana... Bekle...
yazar Nuri Can
Annesiz Bir Güne Uyanmak
Gece çökünce, uzun beyaz florasanlar ile aydınlatılan koridorlarda, üzerlerine ilaç kokuları sinmiş hasta yakınları, korku, umut ve endişeyle beraber, geceyi sırtlayıp sabaha taşırlardı.
Hastanenin ikinci katında bulunan yoğun-bakım odasındaki sessizlik, karanlığı bile kıskandırmaya yeterdi. Azrail`in sık sık uğradığı bu yerde, umut zincirlerine sarılmış yaşamlar; insanca bir çaba ile sürdürülürdü. Belki anneme bir faydası olur düşüncesiyle, görevlilerin izin verdiği kadar bu odanın önünde beklerdim. Beni terk etmesine izin vermediğim umudumla...
Salı gününü çarşamba gününe bağlayan gece de, yoğun-bakım odasındaki hareketlilik gözüme çarptı. Ses avına çıkmış kulaklarımla, tüm olup biteni anlayabilmek için yaklaştığımda, görevlilerin her zaman yaptıkları gibi yaşam savaşını kaybeden birini, sarıp sarmalayıp, zemin katta bulunan morg odasına götürmek üzere çabaladıklarını gördüm. Ölen kişinin annem olabileceği korkusu, yüreğime oturdu. Üzerine bastığım mermer zemin sanki ayaklarımın altından çekildi, dengem bozuldu ve vücudumun her yeri titremeye başladı. Kendimi biraz olsun toparladıktan sonra görevlilere ; ''bu kez kim?'' diye soracakken, birgün önce hastanenin kantininde çay içip, sohbet ettiğimiz hemşirenin dost elini sırtımda hissettim. —Yaşlı amca!'' dedi. —Bir haftalık yaşam mücadelesi sona erdi. Dayanılmaz acılar çekiyordu. Ölüm belki de kurtuluşu oldu.''
Hemşirenin söyledikleri beni rahatlatmıştı ama her gün birilerinin ölmesi, sıranın anneme de gelebileceği korkusunu üzerimden atmama yetmemişti. Yine de tüm olumsuz düşünceleri beynimin duvarlarından kazımak üzere, hemşireye teşekkür edip yanından ayrıldım.
Hastanenin karşısında bulunan cami minaresinden yükselen ezan sesi; insanları sabah namazına davet ederken, İstanbul sisli bir sonbahar sabahına uyanıyordu.
Sigara içmek için kantine geldiğimde, kardeşlerimin ve babamın ayrı ayrı masalarda oturduklarını, sildikçe yenileri gelen gözyaşlarını, nafile çabalarla birbirlerinden sakladıklarını gördüm. Beni fark ettiklerinde, sorgulayan gözleri suratımdaydı.
İnandırıcılıktan uzak sözcükleri bile bulmamın günbegün zorlaştığı, kimin, kimi kandırdığının bilinmediği, insanca oynanan bir oyunun kim bilir kaçıncı sahnesindeydim. Benimle beraber umut biriktiren bu insanların, morallerini yüksek tutma zorundalığım, beni yalan üreten bir makineye çevirmişti.
Daha fazla beklemeden aklıma gelen yalanları sıralamaya başladım. ''Yoğun bakım odasında bulunan yaşlı amcayı hatırladınız mı? Hani annemin solunda bulunan. İşte o amca iyileşmiş. Ölüm riskini atlatmış olacak ki, yukarı katta bir odaya aldılar. İnşallah annem de iyileşecek! Hep beraber evimize gideceğiz!''
Söylediklerimi onaylarcasına başlarını sallayıp, hep bir ağızdan ''inşallah!'' dediler. Beraber, yoğun-bakım odasının sorumlu doktorunun, hasta yakınlarını bilgilendirmek amacıyla, saat 10.30`da yapacağı görüşmeyi beklemeye koyulduk.
Saati görebileceğim bir masa bulup oturdum. Ismarladığım demli çayımı içerken, bir de sigara yaktım. Zaman genişliyordu, genişledikçe yüreğimden gelen kabul edilmez öfke ve direniş giderek artıyordu. Henüz hayatının baharında olan annem, lanet olası bir odada ölüm-kalım savaşı veriyordu. Şuurunu kaybetmiş, kalbi de bir cihaz yardımıyla çalışıyordu. Sığındığım Allah`a dua etmekten başka elimden hiçbir şey gelmiyordu. ''Ya annem ölürse'' düşüncesi, beynimi kemiren kocaman bir kurt oluyor ve her geçen dakika daha fazla kemirgenleşiyordu. Gözlerimde tıkalı olan yaşlar, bir yol bulup akmaya başladı. Ağladım çokça...
Saatler 10.30`u gösterdiğinde, yoğun-bakım odasının sorumlu doktoru, bir sonraki günün getireceklerine kendimizi hazırlamamız gerektiğini söylüyordu. Annemin beyninde oluşan ödem, yaşama şansını neredeyse sıfıra indirmişti.
Günlerdir hastanede uykusuz, sağa-sola koşturan bedenim, doktorun söyledikleri karşısında direncini iyice yitirdi. Göz kapaklarım kendiliğinden kapandı. Eve kiminle geldiğimi, üzerimdekileri çıkartıp, yatağa nasıl uzandığımı hatırlamıyorum. Derin bir uykudan sıçrayarak uyandığımda, kardeşimin -''Hastaneye gitmemiz gerek!'' feryadının yankısı, hastaneye gitmek üzere bindiğimiz taksinin içerisinde bile sürüyordu.
Hastaneye geldiğimde, annemin parmak uçlarından kayan yaşam yıldızı, veda için bekliyordu. Henüz ısısını kaybetmemiş yanağına bir öpücük kondurduktan sonra, hıçkıra hıçkıra ağlayarak, morg odasından dışarıya çıktım. Adımlarım beni, günlerdir annemi bize bağışlaması için dua ettiğim caminin avlusuna götürdü. Kulağıma fısıldanan, nereden ve kimden geldiğini bilmediğim ''Takdir İlahi'' sözcüğü, beni ne kadar teselli edebilirdi ki?
Aynı gün, ikindi namazına müteakip kılınan cenaze namazından sonra, annemi son yolculuğuna uğurladım.
Ertesi günü, İstanbul yine bir sonbahar sabahına uyanırken, annesiz geçireceğim ilk gün başlıyordu. Canımın yarısının olmadığı...
06/01/2006
Yazar: Atilla Dursun
delgado_13
29/12/2007, 14:04
bencede süper
Super
Anzaklı Ömer’in Hikayesi
Türk olmanın nasıl bir şey olduğunu unutanlara hatırlatmak için, Türk olmanın tadına varmak için, lütfen okuyun.
Bu hakiki hikayeyi aktaran, Sayın Dr. Ömer Musluoğlu 85 yaşındadır ve halen MODA/ İstanbul'da oturmaktadır.
Anzaklı Ömer'in Hikayesi 1957 Yılında İstanbul TIP Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD'ye giden doktor Ömer Musluoğlu, görev yaptığı hanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:
Amerika 'ya gittiğim ilk yıllar... New York'ta Medical Center Hospital'da görev almıştım. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi işler..
Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direkt olarak hasta muayenesine,
tedavisine verilmiyor. Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum. Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam, tahminen yetmiş beş yaşlarında..
-Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız? dedim.
Adamcağız kanserdi ve aynı zamanda kansızdı... Kolunu açtım, baktım pazusunda bir Türk bayrağı dövmesi var. Çok ilgimi çekti, kendisine sormadan edemedim:
-Siz Türk müsünüz?
Kaşlarını yukarıya kaldırarak "hayır" manasında bir işaret yaptı.
Ama ben hala merak ediyorum.
-Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?
-Aldırma öylesine bir şey işte, dedi.
Ben yine ısrarla:
-Fakat benim için bu çok önemli, çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım...
Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:
-Siz Türk müsünüz?
-Evet, Türküm...
İhtiyar gözlerime tanıdık bir göz arıyor gibi baktı.
Anlatmaya başladı:
-Yıl 1915. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de... Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı.
Ben, Avustralya Anzaklarındanım. İngilizler bizi toplayıp dediler ki:
-Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda... Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir. Biz de inandık sözlerine ve savaşmak isteyenler arasına katıldık...
Beynimizi yıkayan İngilizler Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale'ye sevk ediyormuş. Bizi gemilere doldurup MISIR'a getirdiler. Orada birkaç ay talim gördük, sonra da bizi alıp Çanakkale'ye getirdiler.
Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler gibi geceyi gündüze çeviriyordu. Her taarruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık.
Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer bu barbarlıktan değil, kalplerindeki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş.
Biz karaya çıktık. Taarruz edeceğiz, bizi püskürtüyorlar...
Tekrar taarruz ediyoruz, bizi gene püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz..
Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim. Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında buldum. Nasıl korktuğumu anlatamam. İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya...
Ama dikkat ettim, bana hiç de öfkeli bakmıyorlar, yaralarımı sarmışlar.
İyice kendime gelince bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şok olmuştum doğrusu...
Dedim ki kendi kendime:
-Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürürler ama öldürmüyorlar... Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi.. Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler...
Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı.
Bu duygularla 'Yazıklar olsun bana' dedim. 'Böyle asil insanlarla ben niye savaşıyorum, niye savaşmaya gelmişim? Bu İngiliz milleti ne yalancıymış, ne kadar Türk düşmanıymış' diyerek pişman oldum...
Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce...
Nihayet bizi ser bıraktılar. Memleketime döndüm.
İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu Türk bayrağı dövmesini yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte...
Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti:
-Talihin cilvesine bakın ki, o zaman ölmek üzere iken yaralarımı iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türkler idi.
Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarf eden yine bir Türk... Ne garip değil mi? Avustralya'dan Amerika'ya gelirken bir Türk ile karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar, buna bütün kalbimle inanıyorum.
Peşinden nemli gözlerle:
-Bana adınızı söyler misiniz? dedi.
-Ömer, cevabını verdim.
Merakla tekrar sordu:
-Peki niçin Ömer ismini vermişler sana?
-Babam Müslümanların ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş.
-Senin adın Müslüman adı mı?
Ben:
-Evet, Müslüman adı, deyince yüzüme baktı, doğrulmak istedi.
Onun yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:
-Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Josef Miller idi, şimdiden sonra "Anzaklı Ömer" olsun.
-Olsun, dedim.
-Peki doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu ?
Şaşırdım, nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti.
Meğer o bunu hep düşünüyormuş da kimseyle konuşup soramadığı için gerçekleştirememiş...
-Tabii, dedim.. Müslüman olmak çok kolay.
Sonra kendisine imanın ve İslam'ın şartlarını anlattım, kabul etti. Hem kelime-i şehadet getiriyor, hem de ağlıyordu...
Mırıldandı:
-Siz Müslümanlar tespih çekersiniz, bana da bir tespih bulsan da ben de yattığım yerden tespih çekerek Allah'ımı ansam olur mu?
Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Hakk'ı zikretmeyi ihmal etmiyormuş.
Hemen bir tespih bulup kendisine getirdim. Hasta yatağında tespih çekiyor,
biz de tedavisiyle ilgileniyorduk.
Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti:
-Beni yalnız bırakma olur mu?
-Ne gibi Ömer amca?
-Ara sıra gel de bana İslamiyet'i anlat!.. Sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun.
O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor.
O günden sonra her gün yanına gittim, bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum, hastanenin genel hoparloründen bir anons duydum:
-Doktor Ömer, lütfen 217 numaralı odaya gidin!
Hemen yukarı çıktım. Ömer amcanın odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi: Sağ elinde tespih, açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu.
Hemen başucuna oturdum, kendisine kelime-i sehadet söylettirdim, o şekilde kucağımda ruhunu teslim etti...
Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk Milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu.
çok hüzünlendim
alıntı
https://www.youtube.com/v/PxKHX4rVoEI&rel=1
https://www.youtube.com/v/rsfmEjSJrX8&rel=1
https://www.youtube.com/v/YrYSMmbkKcc&rel=1
DÜNYAYA BARIŞ ÇAĞRISI
"Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar!
Burada bir dost vatanın toprağındasınız,huzur içinde uyuyunuz.
Sizler Mehmetçiklerle yan yana,koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar,göz yaşlarınızı siliniz.
Evlatlarınız bizim bağrımızdadır.Huzur içindedirler.
Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra,
Artık bizim evlatlarımız olmuşlardır."
M.K.ATATÜRK
60 Yıl Süren Bir Aşk Hikayesi Buz gibi bir günde hızlı hızlı yürürken, birden ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm...
Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye acele acele açtım.. Üç dolar çıktı.. Bir de buruşmuş, sararmış, eskimiş mektup...
Belli ki yıllardır, o cüzdanın içinde duruyordu. Zarf öylesine harap olmuştu ki. Sadece tepedeki "İade" adresi okunabiliyordu. Mektuba bir göz attım. Bir ipucu bulma ümidi ile.. Birden tarihi gördüm.. 1924... Mektup nerdeyse 60 yıl önce yazılmış. El yazısı belli, bir kadına ait.. Sol köşeye bir çiçek resmi çizilmiş.
"Sevgili Michael" diye başlıyor mektup... ve "Annesi yasakladığı için onu bir daha göremeyeceğini" anlatarak devam ediyor..
- "Ama sakın unutma, seni daima seveceğim" diye bitiyor.. İmza.. Hannah!..
İçimden bir ses "Bul" dedi bana.. "Mektubun sahibini bul.." Milyonla Michael var. Hangi birini bulacaksın ki.. Ama tepedeki "İade" adresi ipucu olabilir. Telefon İstihbarati aradım. Anlattım...
- "Bu adrese bağlı bir telefon varsa, bana verebilir misiniz" diye.. Sustu.. Gidip müdürüne sordu...
- "Var ama, size vermem yasak.. Ama sizin adınıza bu numarayı arar, sorarım. İsterlerse size bağlarım.. Lütfen bekleyin.."
Bekledim.. İki üç dakika sonra kızın sesi geldi.. "Bağlıyorum efendim.."
Karşıdaki hanıma "Hannah diye birini tanıyor musunuz ? " diye sordum.
- "Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden aldık." dedi.
- "Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.."
- "Hannah annesini bir huzurevine yatıracakti. Oradan takip ederseniz,belki adresi bulursunuz.."
Ve huzurevinin adını verdiler.. Hemen aradım.. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş... Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki oradan bilirlermiş...
- "Bunların hepsi aptalca aslında" dedim kendi kendime.. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak için bunca zahmete ne gerek var ki.. Aradım numarayı..
Bir kadın "Şimdi Hannahın kendisi bir huzurevinde" dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim... Bingo..
Ses "Evet, Hannah burda yaşıyor" dedi..
Gecenin saat onu, ama hemen yola çıktım, Hannahı görmek için..
Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda.. Gümüş saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın.. Gözlerinin içi ışıl ışıl ama..
Anlattım olanları.. Cüzdanı ve mektubu gösterip.. Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve :
"Genç adam" dedi, "Bu mektup, Michael ile son kontağımdı.. Onu öyle seviyorum ki.. Sean Connery gibi yakışıklıydı.. Hani şu meşhur aktör.. Ama ben 16 yaşındaydım.. Çok küçüğüm diye annem kesinlikle izin vermedi.."
Derin bir nefes daha..
- "Michael Goldstein harika bir insandı. Eger . bulabilirseniz ona söyleyin lütfen.. Onu hep düşündüm.. Hep.."
Bir ufak sessizlik.. Bir derin nefes daha.. "Ve onu hep sevdim.."
İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden.. "..Ve hiç evlenmedim... Michael gibi birisini bulamadım ki.."
Hannaha teşekkür edip odadan çıktım. Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız :
- "Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size?" dedi..
- "Hiç değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim" dedim..Cüzdanı elimde sallayarak..
O sırada yanımda dikilip duran hademe bağırdı..
- "Hey baksana.. Bu Bay Michaelin cüzdanı.. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde görsem tanırım.. Cüzdanını hep kaybederdi zaten.. Üç . kere ben buldum, koridorlarda.."
Michael sekizinci katta yaşıyordu.. Ok gibi fırladım tekrar asansöre.. Michael yatmamıştı.. Okuma odasında kitap okuyordu.. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi.. Michael elini arka cebine attı, hızla.. Sonra sevinçle :
- "Evet bu benim cüzdanım" dedi...
- "Öğleden sonraki yürüyüş sırasında kaybetmiş olmalıyım.. Size teşekkür borçluyum.."
- "Hiçbirsey borçlu değilsiniz" dedim..
- "Ama özür dilerim.. İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum..."
- "Mektubu mu okudun?.."
- "Sadece okumakla kalmadım.. Hannahı da buldum.."
- "Buldun mu?.. Nerde?.. İyi mi?.. Hala eskisi gibi güzel mi.. Söyle, lütfen söyle.."
- "Çok iyi.. Hem de harika" dedim, yavaşça..
- "Bana onun telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım.." Elime sımsıkı sarıldı..
- "O benim tek aşkımdı.. Onu öyle sevdim ki, asla evlenmedim.. Çünkü bu mektup geldiğinde hayatım, anlamsal olarak bitmişti."
- "Bay Goldstein" dedim.. "Gelin benimle.."
Asansörle üçüncü kata indik... Odanın kapısı açıktı. Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu... Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu...
- "Hannah" dedi.. "Bu bayı tanıyor musun?.."
Gözlüklerini ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden..
- "Michael" dedi, Michael, kapıda, kısık sesle..
- "Hannah.. Ben Michael.. Beni . tanıdın mı?.."
- "Michael" diye yutkundu : Hannah.. "İnanmıyorum.. Bu sensin.. Benim Michaelim.."
Michael Hannaha doğru yürüdü yavaşça.. Sarıldılar. Hemşire hıçkırıklar içinde koridora attı kendini...
- "İşte Tanrının sevgisi de bu" dedim.. "Olacaksa.. Olur.."
Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar. Pazar günü bir nikah vardı.. Gelebilir . miydim?..
Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael beni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık bej elbisesi içinde çok güzeldi.. Michael de lacivert takımı içinde hala çok yakışıklı... Huzurevi onlara, bir minik daire tahsis etti...
Eğer 76 yaşında bir gelinle 79 yaşındaki bir damadı, 16 yaşında bir kız, 19 yaşında bir delikanlı havasında görmek isterseniz, orayı ziyaret etmeniz gerek..
alıntı
bende kendi yazdığım şarkı sözlerini buray ayazsam olurmu ??
Yunus Balığı Sırtındaki Çocuk: Olay Muğla iline bağlı Milasın limanı Güllük e bilinmeyen bir zamanda geçer.Yöre balıkçılığıyla ünlüdür.Hermiyas güzel,sevilen bir çocuktur.Sadece anası vardır.Güllükün çocukları denize oynamaya gideceklerdir.Hermiyası da çağırırlar;anası önce izin vermez.Çocuklar baskı yapınca,ana,denize açılmamak koşuluyla izin verir.Olayın bundan sonrası şöyle gelişir:
Hermiyas,"olur ana!" deyip fırladı arkadaşların ardından.Az sonra Ege in tuzlu suları çocuk sesleriyle doldu.
Bir süre,uzun bir süre sesler kesildi kıyıda.Ege in hafif dalgalarının çıkardığı sesten başka birşey duyulmaz oldu.Derken,o şen,o canlı çocuk sesleriyle yeniden doldu kıyı.Ama aralarında Hermiyas yoktu.
Kara haber bir anda yayıldı Güllük e."Güllükün en güzel çocuğu Hermiyası aldı Ege!" diye...
Bundan sonrasını şöyle anlatır eskiler:
Hermiyasın Ege in köpüklü dalgalarıarasında kaldığı duyulur duyulmaz,herkes deniz kıyısuna koşmuş.Güllükün en usta kayıkçıları,en usta balıkçıları ve en usta dalıcılarıaramışlar dalgalar arasında Hermiyası.Aramışlar...Ama yok.Güllükün en güzel çocuğu Hermiyas yok.Anası dövünmüş,bağrına taşlar basmış.Deniz kıyısından ayrılmaz olmuş."Dalgalar Hermiyası deniz kıyısına atarda hiç değilse parmağının ucunu görürüm bir kez daha!"diye.Balıkçılar her sabah balığa çıkınca,Ege in dalgalarına bakar dururlarmış."Belki Hermiyası buluruz!" diye.Ağlarını suya attıkları zaman,yürekleri titrermiş."Belki Hermiyas da balıklarla birlikte gelir!" diye.
Ama yok.Güllükün en güzel çocuğu Hermiyas yok!
Günler geçmiş aradan.
Günlerden bir gün ,bir balıkçı,kayığını çeker çekmez,koşmuş Güllükün içine.Bir yandan bağrıyormuş:"Gördüm!Gördüm!" diye."Ne gördün?"demişler.Balıkçı:"Gördüm!Gördüm!" der dururmuş.Bir süre sonra kendine gelmiş.O zaman "Anlat." demişler."Hermiyası gördüm.GÜllükün en güzel çocuğu Hermiyası"."Düş olmasın seninki?" demişler.Balıkçı:"Düş olur mu hiç?"demiş."Gördüm diyorum size,şu gözlerimle gördüm.Bir yunus balığının sırtındaydı"."Attın işte.Balık taşır mı insanı sırtında?"."Yalanım varsa,Ege beni de alsın."diye devam etmiş balıkçı."O, koca bir yunus balığının sırtındaydı.Bir eliyle tutunmuştu ona,bir eliyle de selam verdi.Balık dalıp çıktıkça sulara,o da dalıp çıkıyordu.Ak köpükler çıkarıyordu balık.Hermiyas,o ak köpükler içinde kalıyordu."Bunları anlatmış balıkçı ama kimse inanmamış.
"Peki,niye kurtarmadın onu?Niye alıp gelmedin?" demişler.Balıkçı:"Şunlara bak." demiş."Nasıl alıp gelirdim?Mutlu görünüyordu Hermiyas.Üstelik de ben yaklaşmaya kalmadan dalıyordu yunus.Ege in ak köpüklerini bilmez misiniz?"
Güllüklüler,balıkçıya inanmamışlar ya,içlerine bir kuşku düşmüş."Kim bilir,belki anlattıkları doğrudur!"diye...O günden sonra "Egeye açılanlar,hep,o yunus balığını,balığın sırtındaki çocuğu arar olmuşlar.Ak köpüklü bir dalga gördüler mi yürekleri ağızlarına gelirmiş."Belki de Hermiyas ır bu" diye...
Aradan yine geçmiş günler...Bir sabah,daha gün doğmadan,yine bir haber yayılmış Güllüke,"Hermiyas bulunmuş" diye."Bulunmuş...ama..."diyorlarmış da, gerisini söylemiyolarmış.Bunu duyan Güllüklüler koşmuşlar kıyıya.
Bir de bakmışlar ki ne görsünler?Güllükün en güzel çocuğu Hermiyas,kumlarda yatar sessiz soluksuz.Ve bir de balık, o da yatar oracıkta.Anlamışlar ki balıkçının anlattığı balık bu.
İçlerinden yaşlı biri,"Güllüklüler,beni iyi dinleyin!Şu gördüğünüz olay üzerine düşünün biraz.Dostluk işte budur"Onun bu söylediklerinden birşey anlamamışlar."Hele anlat." demişler,"Ne demek istiyorsun?"
Bunun üzerine yaşlı adam demiş ki:"Hermiyasla bu yunus balığının dostluğunu görüyor musunuz?Denize bırakmamış onu,getirip kıyıya bırakmış.""Ama o da ölmüş?" demişler.Yaşlı adam:"Öyle,o da ölü!Dostunu kıyıya çıkarmış,ama kendi de dayanamamış buna,birlikte olmak dilemiş"
Bunun üzerine işi anlayan Güllüklüler,aralarında para toplamışlar,yunus balığı ile Hermiyasın yontusunu yaptırmışlar,getirip jimnazyumun bahçesine dikmişler."Dostluğun simgesi olsun" diye.
Derler ki:"Şimdi Efes Müzesi deki yunus balığı sırtındaki çocuk yontusu,işte bu yontudur."
barış elbete olabilir bizemi soruyorsun :)
Kadriye mükemmmel sin daha başka kelime bulamıyorum :)acaba akşam olsada ne yazmış diye direk açtığım ve baktığım kişilerdensin.. Nerden buluyorsun böyle yazıları helal valla son yazın mükemmel gerçekten külüstür yaşıyoruz :)
cebhede ezan sustu
Çanakkale cephesinde savaş inanılmaz olaylarla devam ediyordu. İngilizler ve Fransızların başını çektiği itilaf devletleri, sömürgelerinden getirdiği Avustralya, Senagal, Hint askerleriyle beraber Türk askerlerine saldırıyor, siperlere bombalar yağdırıyordu. Özellikle denizden savaş gemilerinin top atışı desteği, bütün cesaretine rağmen Türk askerlerini çok zor durumda bırakıyordu.
Türk komutanlar, sonunda öleceklerini, herhangi bir yardım gelmesinin mümkün olma dığını düşünüyordu. Bu düşüncelere rağmen bir adım geri atmak, bir adım geri çekilmek akıllarının ucundan bile geçmiyordu.
Kan ve barut kokuları arasında savaş meydanına akşamın karanlığı çökerken, Yüzbaşı Tayyar, siperlerine çekilmiş, kimi fırsattan istifade uyumaya çalışan, kimi dertli dertli sıla türküsü söyleyen askerlerine baktı. Vedalaşmak üzere olduğu dostlarına son bakışları gibi bir hüzün gözlerindeydi.
Bu gam ve hüzün dolu atmosferde yüzbaşı Tayyar, yanındaki üsteğmen Hakkı'yla durumu tartışıyordu;
-Cephanemiz ne kadar dayanır?
-Eğer düşman yaklaşmaz, sadece top atışına devam ederse, yarın da yeter komutanım.
-Düşman, sinmiş siperine, denizden ateş açan gemilerinin bizi yok etmesini bekliyor. Göğüs göğüse, mücadeleye fazla yaklaşmıyor.
-Evet komutanım, süngü savaşı şimdi işimize gelir ama süngü savaşında da İngilizler, Fransızlar ön cephede sömürgelerini kullanıyorlar.
-Avustralyalılara mı?
-Hayır komutanım, sadece Avustralyalıları değil.
-Zenci Fransızları mı?
-Komutanım, zenci Fransızlar sandıklarımızın bir kısmı Senegal'liler miş.
Komutan şaşkınlıkla bakarken üsteğmen Hakkı devam etti;
-Bunları esir aldığımız bir Hintli'den öğrendik.
-Hintliden mi? Şu Kötü muamele yapmadığımız halde, öğleden sonra bir ağlama tutturdu, susturamadık, ağlayıp duruyor dediğiniz Hintli esir mi?
-Evet komutanım
Komutan güldü;
-Sakın bizde Hintçe bilen biri olduğunu söyleme
-Hayır komutanım. Hintli müslümanmış, Çerkeşli Hafız, Hintli�nin ağlarken Arapça bir şeyler söylediğini duymuş, o konuşmuş.
-Maşallah şu bizim Hafız tekbir getirmeye ara verip tercümanlığa mı başladı? Çağır bakalım neler öğrenmiş.
Erlerden Çerkeşli Hafızı bulup komutanın karşısına getirdiler;
-Emredin komutanım
-Anlat bakalım Hafız, neler öğrendin Hintli esirden.
-Komutanım, kendisi müslümanmış. Bizi öğle namaz kılarken görünce ağlamaya başlamış.
-İyi ya, müslümanlara esir düştü korkmaması gerektiğini söyleyip sustursaydın.
-Esir düştüğü için ağlamıyor ki komutanım. İngilizler, İstanbul'daki müslümanlara Almanlar saldırıyor. Almanlara karşı savaşacağız diye kandırmışlar. Müslümanlara karşı savaştım, belki de öldürmüşümdür diye ağlıyor.
-Hakkı, söyle askerlere de getirsinler bakalım Hintli esiri. Sen kal Hafız, söyle bakalım, düşmanlarımız ön saflarda hep müslümanları mı sürüyor, doru mu bu?
-Evet komutanım, Hintli de söyledi, dün sabah da süngü çatışmamızda, önde ya zenciler vardı, ya da Hintliler.
Komutan, üstteğmen Hakkı'ya döndü;
-Cephanemizin azaldığını biliyorlar ki, dün sabahtan beri uzaktan taciz ateşiyle bize cephane harcatmaya çalışıyorlar.
-Komutanım, eğer cephanemizin bitmek üzere olduğunu anlarlarsa yine piyade hücumuna kalkacaklardır. Bu gün askerlere mermilerde tasarruf yapmalarını söylediğimizden, top atışı ve makineli tüfeğimizi gün boyu kullanmadığımızdan cephanemiz tamamen bitti sanabilirler, yarın saldırma ihtimalleri çok yüksek.
-Hımm, bu saldırı da askerlerimiz ne kadar dayanabilir?
-Kurşunları paylaştırdık, keskin nişancılara fazla kurşun versek de çoğuna ya iki kurşun düştü ya da hiç.
-Hiç mi !.... Kurşunu olmayan askerimiz mi var?
-Var komutanım
Hintli esiri getirmişlerdi, komutan Çerkeşli Hafıza seslendi;
-Öncelikle, Sadece gözetim altında olduğunu, korkmaması gerektiğini söyle. Bizim esirlere kötü davranmadığımızı söyle.
Hafız, komutanın söylediklerini çevirirken, Hintli atılıp yüzbaşının ellerine sarıldı;
-Ne istiyor bu, inanmadı mı söylediklerimize.
Hafız;
-Müslümanlara karşı savaştığı için çok üzülüyormuş komutanım. Beni vurun, diyor.
-Sustur şunu, ağlamasın artık. Olan oldu, yardım etmek istiyorsa sorularımıza cevap versin. Düşmanın asker durumunu, silahlarının, cephanesinin durumunu ne kadar biliyor, bize onu söylesin.
Yüzbaşı, esiri sorgulama sonunda uygun bir çözüm bulamamıştı. Normal şartlarda erleri daha fazla telef etmemek için geri çekilmeliydi ama bu askerlerin görevi gemilerden kıyıya çıkacak düşmanı engellemekti. Geri çekilirlerse, karaya çıkacak düşman karada hızla ilerleyebilecekti, durdurmak çok daha zor olacaktı. Biliyordu ki, son asker de şehit olana kadar bir adım geri atmamalı, son askerin son mermisine kadar düşmanı oyalamalıydılar.
Yüzbaşı'yı uyku tutmamış, muhtemelen son geceleri olan bu gecede sabaha kadar bir çadırda dolanmış, bir siperlerdeki askerlerinin yanına gitmişti. Nöbetçi olmayan askerlerin çoğu uyuyordu. Siperde büzülmüş yatan daha gencecik Tokat'lı Ali'nin üstüne paltosunu bıraktı. Arkadaşlarına uyandırmayın diye işaret edip çadırına döndü.
Askerlerinin yüzü gözünden gitmiyor, sanki çoktan ölmüşler gibi içi yanıyordu.
Kendisi gibi üzgün bir edayla bir o yana bir bu yana dolanan üsteğmen hakkı'ya baktı;
-Düşman cephesine baktın mı?
-Baktım komutanım.
-Hareketliliği görmüşündür.
-Evet komutanım, çok sayıda fenerle koşuşturuyorlar.
-Piyade saldırısına hazırlanıyorlar. Allah'tan ümit kesilmez ama.
-Bizim ümidimiz inşallah ya şehit ya gazi olmaktı komutanım. Allah şu ana kadar gazi olmayı nasip etmedi ama şehitlik yakın, hakkınızı helal ediniz komutanım.
-Helal olsun Hakkı, helal olsun. Hazırlan, askerimize moral vermek için önde savaşalım.
Dışarı çıktılar, yüzbaşı;
-Tan ağarınca saldıracaklardır, askerleri uyandırın, gafil avlanmasınlar.
O esnada Hafız'ın sesi duyuldu, eğitim aldığı belli olan sesiyle saba makamında, kulakları geçip kalplere vuran bir ezan okuyordu.
Yüzbaşı, ezan okuyan Hafızın yanına vardı, huşu ile ezanın bitmesini bekledi. Ezan bitince namaza gitmeden komutanının karşısına geçti;
-Emredin komutanım.
-Oldu mu Hafız bu ezan?
Hafız telaşlandı;
-Yanlış mı okudum komutanım.
-Hayır yanlış okumadın ama bütün müslümanlar duydu mu?
Hafız sağına soluna baktı, siperdekiler de dahil tüm arkadaşlarının duyduğuna emindi. Komutan onun arkadaşlarına bakışına güldü;
-Onları demiyorum be Hafız, Hintli'yi duymadın mı? Karşıda da müslümanlar varmış.
Hafız ne yapacağını bilmez şaşkın beklerken, komutan içinde artan bir ümitle sesini yükseltti;
-Koş hafız, ne kadar sesi güzel askerimiz varsa topla, koş. Hintli'yi de unutma, abdest alıp gelsinler.
Hafız koşarak arkadaşlarını toplar, Hintli esir de gelmişti. Komutanın emriyle sıra sıra dizilirler ve gür sesleriyle sabah ezanını okumaya başlarlar.
Ezan devam ederken yüzbaşı ve üsteğmen dürbünle düşman cephesini incelemek için siperlerin olduğu kısma giderler. Yüzbaşı düşmana baktığında sevinçle üstteğmene sarılır; Senegallilerle Hintliler toplanmış bağrışıyorlar, herhalde müslümanlara karşı savaştırıldıklarını anladılar.
Onların bu sevinci devam ederken, gemilerden top atışı başlar. Atışlardan biri sonunda ezan okuyan askerlerin ortasına düşer. Ezan sesi kesildiğinde yüzbaşı ve üsteğmen askerlerinin yanına koştular.
Komutanından gelen sesin ezan olduğunu, müslümanların ortak çağrısı olduğunu öğrenen İngiliz topçu 5-6 atış sonunda ezan okuyanları vurmayı başarmanın sevinciyle naralar atıyordu; Ezan sustu, Türk cephesinde ezan sustu.
Kıyıda isyan eden müslüman askerlerine bakan komutan öfkeyle söylendi; Ezanı susturmakta geç kaldık. Müslüman askerler çok fazla, ortalık daha fazla karışmadan hemen gitmeliyiz. Çabuk, kıyıdaki askerlerin hepsini toparlayın gemilere çekiliyoruz.
İtilaf kuvvetleri güçleri, sömürge askerlerini de alarak alel acele gemilere bindiler, onlar uzaklaşırken yeniden ezan sesi gelmeye başlamıştı.
Yüzbaşı Tayyar, yerdeki şehit arkadaşlarının üzüntüsüne rağmen, toz duman arasından doğrulup ezana devam eden askerlerine baktı. Hafız'ın sesini duyamayınca bakındı, Hintli esirle yanyana şehit olduğunu fark etti. Yüzbaşı, Bu sabah şehit olurum diye abdest almıştı, yürüdü, Hafız'la Hintli'nin naaşları arasına dikildi. Gözyaşlarını tutamamasına rağmen yüz ifadesindeki metanetle dimdik durdu, askerlerine katılıp ezan okumaya başladı
alıntı
Tahta Perdedeki Çivi
Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona
çivilerle dolu bir torba vermiş. " arkadaşların ile tartışıp
kavga ettiğin zaman her sefer bu tahta perdeye bir çivi çak"
demiş.
Genç, birinci (ilk) günde tahta perdeye 37 çivi çakmış.
sonraki haftalarda kendi kendine kontrol etmeye çalışmış ve
geçen her günde daha az çivi çakmış. Nihayet bir gün gelmiş ki
hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden
tahta perdenin önüne götürmüş. Gence "bugünden başlayarak
tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahta perdelerden
bir çivi çıkart (sök)" demiş.
Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası
ona "aferin iyi davrandın ama bu tahta perdeye dikkatli bak. Artık
çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak" demiş.
Arkadaşlarla tartışıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir.
Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır.Arkadaşına
bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin ama bu delik aynen
kalacak(kapanmayacak). Bir arkadaş ender bir mücevher gibidir.
Seni güldürür yüreklendirir sen ihtiyaç duyduğunda yardımcı olur
seni dinler sana yüreğini açar" demiş.
alıntı
yaşanmış bir hikaye
Dünyada iki gül olsun, biri kırmızı biri beyaz, sen beni unutursan kırmızı gül solsun, ben seni unutursam beyaz gül kefenim olsun”.
Bir söylenceye göre düşman iki ailenin çocukları olan Ali ile Zehra biribirine Ölesiye sevdalıymışlar. İki genç daha çocukken ailelerinin düşmanlığına rağmen, gönül verip sevmişler biribirilerini. Aşkları, gökle- yerin aşkı kadar büyük, çiçekle suyun-aşkı gibi temizmiş…
Günler gecelere, geceler günlere akıp giderken, herkes aşkına göre almış hisesini hayatın pınarından.. Yıllar su gibi akıp gitmiş, Ve yöre de herkesin dilinde Zehra kızın güzelliği söylenir, Zehra kızın güzelliği konuşulur olmuş. Taa.. topuğuna kadar inen saçları, simsiyah gözleri, inci dişleri, kıpkızıl dudakları, pembe yanakları ve tanrı heykelleri gibi kusursuz bedeni ile perileri kıskandıracak kadar güzel ve alımlıymış…
Derken Ali ile Zehra büyüyüp evlenme çağına erişmişler ama evlenmelerine her iki tarafta bir türlü razı olmamış. İki düşman aile arasında kavgalar başlamış, günlerce silahlar patlamış…
Zehra ile Ali de çevrelerine aşklarını, biribirine bağlılıklarını kanıtlamak için evlerini terkedip iyi yürekli bir çobanın yardımıyla uzak bir vadideki mağaraya gizlenip yıllarca orada barınmışlar.
Zehranın kardeşleri her yeri aramış taramışlarsa da hiç bir yerde izine rastlamamışlar. Epey bir zaman yabani meyveler, bitkiler, kökler yiyerek ve geceleri çobanın köyden taşıdığı yiyeceklerle yaşamlarını sürdürmüşler…
Dolunaylı gecelerde iki derin vadi arasındaki mağaranın Önünde oturup, alt tarafından çağıl çağıl akan sulara bakarak dağlara, taşlara türküler yakmışlar.
Zehra kızın saçları gece, gÖzleri yıldız, bakışları gökkuşağını andırırmış. Baktıkça rengarenk bir ahenk sararmış vadinin içini… Her sabah gün burada aşkla başlayıp, aşkla bitermiş… Kuşların inceden soluyuşu, ağacların nazlı nazlı sallanışı, yaprakların hışırtısı bir başka güzelleştirirmiş çevreyi… Renk renk, desen desen çicekler içinde, pınarların da akışıyla bu renk ve ahenk harmonisi, iki gönül coğrafyasının ve iki yurek ikliminin mutluluğuyla uzayıp gitmiş günler…
Genç adam sevdiği kıza her gün hayran hayran bakarak sazına sarılıp türküler dizermiş ırmaklara… Dağ, taş dillenirmiş sesini… Sevdiğinin gÖzleri denizin incileri, dişleri mercan, saçları gecenin karanlığı, gülüşü bahar gülü kadar güzelmiş, güldükçe cangülleri saçılırmış dağa, taşa…
Sonra Zehra kızın kardeşleri iz sürüp yatmışlar pusuya. Herşeyden habersiz dağlara, kayalara saz çalıp sevdiğinin ceylan gözlerine türküler söyleyen Ali tek kurşunla kayadan aşağı yuvarlamış.
Ağıt yakıp saçlarını yolan Zehra kız Ali nin acısına dayanamayıp ümitsizliğe kapılarak oda kendini aynı uçurumdan aşağı bırakır.
İkisi yan yana gÖmülür. Sonraları kızın baş ucuna ak, erkeğin başucunda al bir gül fidanı çıkar ve her bahar yeşerip biri ak biri kırmızı gül açarak biribirine sarılarak tekrar kavuşurlar hiç ayrılmamak üzere....
Yelpınarın suyu gövdelerine değdikçe ağlamışlar, iri iri yaşlar süzülmüş yapraklarından… Beyaz duvağını takıp tomurcuğuna, ağıtlar yakmışlar kayalara dönüp sırtını munzur dağına. Ne zamanki acısı, ne zamanki hasreti işlemiş kayalara bu iki çiçeğin, paramparça olmuş kayalar, her parça kızıl bir ağgül olmuş kanamış. Yıllarca pınarlar kan akmış… Tarifsiz bir acı çökmüş her yana…
İşte o gün bu gündür her bahar biribirine kenetlenen bu iki çiçeğin olduğu yerde ağlama ve inilti sesleri duyulur geceleri… Halk arasında mağaranın Önünde gömülü olduğuna inanılan bu iki sevgilinin aslında Ölmediklerinin, onların değişik zamanlarda değişik şekillerde göründüğüne dair rivayet edilir.
Halk arasında hala iki sevgilinin, iki çiçeğe dönüşerek yaşadıklarına inanan yörenin gençleri. Bu söylentilerin de etkisiyle olacak ki, her bahar mağarayı ziyaret ederek dilek tutup kısmet ve murat duası ederler…
Rüzgarın sesi bu yörelerde her gece yaşanmış efsaneleri fısıldar. Bazen yaşlı bir ninenin anlattığı masalda dillenir, bazen de bir sazın tellerindeki ezgide..
alıntı
anne özlemi
gül annem
bu mektubu sınıfta yazıyorum.
öğretmen'imiz,herkez anne'sine mektup yazsın dedi.
bende,ben babama yazabilirmiyim.çünkü anneme mektup yazmamı babam yasakladı dedim.
öğretmenim
sende annene yazacaksın bende senin mektubunu annene yollayacağım dedi.
işte bende yazıyorum.
merak etme gül annem öğretmenim babama söylemiyecekmiş.
ben iyiyim,kiloda aldım.
babam az ye anasıkılıklı diyor ama ben çok yiyiyorum.
teyzem beni sana getirecekti ama
babam teyzemi kovdu.
o benim için öldü onun kocasıda kızıda yok dedi.
teyzem ağladı,bende ağladım.
babam bana çocuklar hapishaneye gidemez,giderse bir daha eve dönemezsin orda kalırsın diyo.
orda çocuk varmı anne
hergece dua ediyorum hapishane kapansın diye
gül annem bir resmini yollarmısın.Yüzünü Unuttum.
evdeki bütün resimlerini babam sobada yaktı.
ama kırmızı terliğini ben giyiyorum
babam birtek ona kızmıyor.
bazen ayağımdan cıkıyo.
Zaten,seni hiç göremeyecekmişim.
babam herkeze onun anası öldü diyo.
Sen Öldünmü Anne.
sen resmini öğretmenime yolla,bensana okulda bakarım.
bu hafta yerlimalı haftasını kutladık,çok iyi oldu.
İnçir ve Çeviz yedik,Encok ben yedim.
herkezin annesi kek ve poca yapmış.
babam bana simit aldı,ben ağladım.
babam ağlayınca çok kızıyo,sessiz ağla diyo,sessiz ağlanmıyorki.
çabuk gel emi anne öğretmenler odasında görüşürüz.
seni çok çok seviyorum Öperim.
sen hep gül emi anne
Eski Bir Tapınak Yazıtı
Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş, sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış.
Bağışla ve unut.
Ama kimseye teslim olma. İçten ol; telaşsız, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver.
Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır.
Yalnız planlarının değil başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur.
Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın.
İşini öyle sev ki; başarılarının bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.
Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma.
Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme.
İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz.
Ve unutma ki, insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden fazla değildir.
Aşka burun kıvırma sakın; o çöl ortasında yemyeşil bir bahçedir.
O bahçeye layık bir . bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.
Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et.
İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir
ömür boyu sürer.
Bazı idealler o kadar değerlidir ki,
o yolda mağlup olman bile zafer sayılır.
Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.
Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğine yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.
Rüzgarın yönünü değiştirmediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla.
Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getirmediğinle ilgilenir.
Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır.
Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.
Hatırlar mısın doğduğun zamanları...
Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu.
Öyle bir ömür geçir ki herkes ağlasın öldüğünde,
sen mutlulukla gülümse.
Sabırlı, sevecen, erdemli ol.
Önünde sonunda bütün servetin sensin.
Görmeye çalış ki , bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik güzel mekanıdır
alıntı
GaladrieL
10/04/2008, 16:22
Bazen nehir olup akıp gitmektir yaşamak,
Bazen yemyeşil bir yaylada güneşle yeniden doğmak..
Kah fırtınalar kopar karanlık gökyüzünde,
Kah gökkuşağı açar yağmurdan sonraki güneşle..
Büyüsüne kapılıp, her doğan günle taze bir nefes almaktır yaşamak..
Her sabah güne başladığınızda, sizinle birlikte güne başlayan tüm doğayı hissedin..
Sağlıklı nefes alabiliyorsanız, buna şükredin, sadece sevin ve sevdiğinizi gösterin....
erdiyilmaz
10/04/2008, 18:09
her gece seni kuşanıp çıkıyorum sokakLara,
sanki hep sen varmışsın gibi yanımda,
oysa ne sen varsın, ne sokakLar..
sadece düşünceLer sadece hayaLLer...
Bayrak Bağımsızlık Bayrak Vatandır
Rengini al kanla vermiş her şehit.
Üstünde ay yıldız en büyük şahit.
Bayraksız bir millet köle nihayet.
Bayrak bağımsızlık, bayrak vatandır.
Tarihler boyunca bayrak tacımız.
Can verir uğruna ana bacımız.
Bayrak için ölür yaşlı gencimiz.
Bayrak bağımsızlık, bayrak vatandır.
Bayrak için kükrer asil kanımız.
Bayrağın uğruna feda canımız.
Her taşı bir destan çevre yanımız.
Bayrak bağımsızlık, bayrak vatandır.
Bayrak baş tacıdır ey gafil zalim.
Ebedi bu ulus, yok asla ölüm.
Çanakkale yazar her zaman elim.
Bayrak bağımsızlık, bayrak vatandır.
Bayraksız yaşamaz uluslar asla.
Özgürlük uğruna çok çektik yasla.
Bayrağa kalkan el kırılır sesle.
Bayrak bağımsızlık, bayrak vatandır.
Sığırtmaç kurbandır bayrak uğruna.
Vazgeçmez kurşunlar gelse bağrına.
Şehitler dirilir, gider ağrına.
Bayrak bağımsızlık, bayrak vatandır.
alıntı
şekerlioğlu
12/04/2008, 15:50
ya burası tam aşk bahçesi olmuş.
Benim de bir zamanlar sevdiğim vardı
Beyaz dantel yakalı liseli bir kız.
Bağlarda, bahçelerde, yaylalarda yeşeren
Al karanfiller gibiydi aşkımız...
Gülünce içimde rengârenk güzel,
Güller açılırdı iri.
Hani bilirsiniz ya yıldızsız siyah
Geceler gibiydi gözleri.
Bir mermer çeşmeden akan su gibi,
Geçip gidiyordu günlerimiz.
Biz bize yaşıyorduk kendi kaderimizi
Bütün yaratıklardan habersiz.
Ve yuvada bekleşen sabırsız, küçük
Serçeler gibiydik ikimiz.
Gözleri konuşurdu susunca, mahzun:
'Seni seviyorum' derdi.
Sevdadan, gurbetten, hasretten yana
Sıcak türküler söylerdi...
Üstelik bir ceylan gibi sebepsiz
Ürkek halleri vardı.
Ayrılık deyince oturup sessiz
Çocuklar gibi ağlardı.
Bilmiyorum şimdi kaç yıl, kaç mevsim
İçli mektuplar yazdık.
Bazen yan yana yürür, beraber otururduk
Ama konuşamazdık.
Ben görmedim şimdi öyle diyorlar
Büyümüş artık liseli kız, gelin olmuş...
Unuttum her şeyi diyormuş
Ve her gece rüyâsını nur topu kadar güzel
Sarışın çocukları süslüyormuş.
Görsem çocuklarını şimdi diyorum
Bakamam yüzlerine çaresiz
Bana bakar çocuklar sessiz.
Çocukları gözlerinden tanırım
Biliyorum, hiç birşey bilmezler ama
Bakamam, utanırım
Sevilay...
sensizlik zor hüzün kokulum
Şimdi Sensizim kimsesizim
Vurgun yemiş bir aşkın girdabındayım
Bil ki Hüzün kokulum
Sensizlik ağır geliyor
Taşımak zor
Beni yalnız koyma bu hayatta
Daha çok erken veda için
Ve çok geç unutmak için
Şimdi gitmek yakışır mı bu sevdaya
Vedalar zor
Unutmak zor
Sensizlik yakar içimi sen bilmezsin
Hasretin içimde kor gibi yanar
Sanki elimi uzatsam geleceksin
Gelsen hasretimi bileceksin
Yokluğunda ayağıma pranga vursunlar razıyım
Acıtsınlar canımı diri diri yaksınlar
Gözlerime mühür vursunlar
Adımı Yaz Yağmuru Koysunlar
Sen yoksan beni de yaşatmasınlar
Yaşatmasınlar yar
Sensiz kimsesizim Sensizlik ağır
Sensiz yaşamak zor
Sensizlik zor hüzün kokulum
çok zor
ayakabı ve coçuk?
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onuseyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan,spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lükssayılmazdı ama, küçük bir dükkân için yeterliydi.
Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle...
Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola
koyulduğunda, adam dükkândan dışarı fırlayıp:
- "Küçüüük!" diye seslendi." Ayakkabı almayı düşündün
mü? Bu seneki modeller bir hârika!"
Çocuk, ona dönerek:
- "Gerçekten çok güzeller!" diye tebessüm etti, "Ama
benim bir bacağım doğuştan eksik".
- "Bence önemli değil!" diye atıldı adam. "Bu dünyada
her şeyiyle tam insan yok ki! Kiminin eli ek****
kiminin de bacağı. Kiminin de aklı veya vicdanı."
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı
sürdürdü:
- "Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik
olsa idi."
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru
yaklaşıp:
- "Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?"
- "Çok basit!" dedi, adam. "Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hâttâ sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler..."
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işâret ederek:
- "Baktığın ayakkabı, sana yakışır!" dedi. "Denemek ister misin?"
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- "Üzerinde 30 lira yazıyor" dedi, "Almam mümkün değil ki!"
- "İndirim sezonunu senin için biraz öne alırım!" dedi adam, "Bu durumda 20 liraya düşer. Zâten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder."
Çocuk biraz düşünüp:
- "Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!" dedi, "Onu kimalacak ki?"
- "Amma yaptın ha!" diye güldü adam. "Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım."Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
- "Üstelik de öğrencisin değil mi?" diye sordu.
- "İkiye gidiyorum!" diye atıldı çocuk, "Üçe geçtim sayılır."
- "Tamam işte!" dedi adam. "5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zâten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!"
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkâna girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
- "Benim satış işlemim bitti!" dedi, "Sen de bana, bunu satsan memnun olurum."
- "Şaka mı yapıyorsunuz?" diye kekeledi çocuk, "Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?"
- "Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş..." dedi adam,
"Antika eşyalardan haberin yok her hâlde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder.
" Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rûyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rûya. Adamın, heyecandan
terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kâğıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
- "Bana göre 20 lira yeterli." dedi. "İndirim
mevsimini başlattınız ya!"
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına
bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu.
Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir
mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu.
Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak
bir tebessümle teşekkür edip:
- "Babam haklıymış!" dedi. "Sakat olduğum için
üzülmeme hiç gerek yok! demişti."
* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
* Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,
* Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur
* Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir
alıntı
Yani yusuf abi tek kelime ile mükemmel emeğine sağlık paylaşım için arşive katacağım bir örnek daha :)
ÜÇ İHTİYAR MİSAFİR
Bir kadın, kapıdan dışarı çıktığında, bembeyaz sakallı üç ihtiyarın kendi evinin önünde oturduklarını görür.
'Ben sizi hiç tanımıyorum, der...
Ama aç ve susuz olmalısınız... Lütfen içeriye gelin de sizlere bir şeyler ikram edeyim...'
'Evin erkeği içerde mi?' Diye sorar adamlar.
'Hayır, der kadın. Şu an evin dışında.'
'O evde olmadığı sürece bizim bu eve girmemiz mümkün değil...' diye cevap verirler.
Akşam olup kocası eve döndüğünde kadın olanları anlatır.
'Peki, onlara söyleyebilir misin, der adam. Ben evdeyim artık, bu eve gelebilirler...'
Kadın dışarı çıkıp bu kişileri içeri davet eder.
Ama bu defa da;
'Hepimiz aynı anda içeri girmeyiz' der yaşlı adamlar.
Kadın öğrenmek ister;
'Niye giremezsiniz?..'
İhtiyarlardan biri açıklar:
'Onun adı ZENGİN, der bir arkadaşını göstererek.
Diğeri BAŞARI...
Ben ise SEVGİ...'
Sonra ekler; 'Şimdi içeri gir ve kocanla konuş. Hangimizi evinizde istersiniz?..'
Kadın içeri girip söylenenleri kocasına anlatır. Adam duyduklarıyla neşelenerek;
'Ne güzel, der. Madem öyle, Zengin'i içeri çağıralım ve evimizi zenginlikle doldursun...'
Karısı itiraz eder;
'Canım, niçin Başarı'yı çağırmıyoruz?'
Bu sırada, evin diğer köşesinde bulunan gelinleri konuştuklarını duyar. Koşarak gelir ve kendi fikrini söyler;
'Sevgi'yi çağırsak daha iyi olmaz mı? Evimiz sevgiyle dolar!..'
'Gelinimizin teklifini dikkate alalım, der adam karısına... Dışarı çık ve bizim misafirimiz olması için Sevgi'yi davet et.'
Kadın dışarı çıkar ve yaşlı adamlara sorar;
'Hanginiz Sevgi idi? Lütfen içeri gel ve misafirimiz ol...'
Sevgi ayağa kalkar ve eve doğru yürümeye başlar. Fakat diğer iki yaşlı adam da onu takip ederler... Kadın şaşırmış bir halde Zengin ve Başarı'ya sorar;
'Ben sadece Sevgi'yi davet ettim, siz niye geliyorsunuz?'
Zengin ve Başarı bir ağızdan cevap verirler:
'Eğer Zengin'i ya da Başarı'yı davet etmiş olsaydın diğer ikisi dışarıda kalırdı. Ama sen Sevgi'yi davet ettin... O nereye giderse biz de ardından oraya gideriz. Çünkü nerede Sevgi varsa, orda Başarı ve Zenginlik de vardır!..'
alıntı
Yusuf'un Hikayesi
Kanallarında kuğuların, martıların ve ördeklerin gezindiği, güvercinlerin bu gezintiye kıyılardan eşlik ettiği, yemyeşil meralarında mübarek hayvanların tesbih ederek dolaştıkları bir köy kadar şirin küçük bir ülke olan Hollanda'da Müslüman olmuş bir Hollandalı ile tanıştık.
Yeşil gözleri, beyaz teni ve kumral saçlarıyla tipik bir Hollandalıyı, pırıl pırıl bir çehreyle görmek pek alışılmış bir şey değildir. Bir arkadaşın evindeki sohbette karşılaştığımız bu "milyonda bir" talihliyle konuşmaya başladık:
- İsminiz?
- Yusuf.
- Maşaallah... Peki, niçin bu ismi tercih ettiniz?
- Yusuf Aleyhisselam-ı kuyuya atmışlar. Annem babam da beni 15 yaşımda sokağa attı.
Bir anne ve babanın hayatlarını daha iyi yaşamak için evlatlarına tekmeyi yapıştırmalarını biz istesek de anlayamayız. Ama o böyle şeylerde çok karşılaştığını ima edercesine, dudağında acı bir tebessüm, bir tekme işareti yaparak anlatıyordu nasıl evden atıldığını.
- Peki ya sonra?
- Sonra ben çok kötü işlere girdim, hapishaneye düştüm. Allah'a dua ediyordum, "Allah'ım ne olur kurtar beni, hangi din güzelse onu seçtir bana" diye. Havasının soğuk, binaların soğuk, insanların soğuk olduğu bu ülkede böyle bir manzarayla karşılaşmak, sarp yamaçlarda tek tük biten çiçeklerle karşılaşmak kadar hayret vericiydi. Hapisten çıktıktan sonra dinleri araştırmaya başladım.
Bir gün Müslümanlar'ın daveti üzerine gittiğim bir sohbette masanın üzerinde Kur'an-ı gördüm. Kur'an adeta konuşuyor, "Oku, oku beni" diyor, bir mıknatıs gibi beni kendisine çekiyordu. Daha sonra aldığım Kur'an mealini okudukça gözüm gönlüm açıldı ve hidayet bana nasip oldu.
Yusuf Müslüman olduktan sonra İslam'ı yaşamak için çok gayret sarf etmiş; fakat maalesef etrafındaki eski kötü arkadaşları onun peşini bırakmamışlar. Yalnız kalan Yusuf eski günahlara meyleder gibi olmuş. İçine tekrar düştüğü zulmetlerden nasıl bir ikazla çıkarıldığını Yusuf şöyle anlattı:
- Tekrar günah işlemeye başladığım zaman kendimi ateşin içine düşmüş gibi hissettim. Sanki vücudum yanıyordu. Garip şeyler duymaya başlamıştım: "İnneke fi zulümat" (Sen karanlıklardasın) sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Ne zaman gözüm harama kaysa "İnnallahe semian basira" (Allah herşeyi işiten ve görendir.) sesini duyuyordum.
Bundan sonra Yusuf bu çevreyi terk etmesi gerektiğine karar verir.
Bu arada bir gün, terasa bıraktığı motosikletinin üzerine komşusunun çocuğu çıkar, çocuk düşer ve ayağını incitir. Yusuf ise evde her şeyden habersiz, yeni sünnet olmuş, yalnız başına kalmaktadır:
- Birden yine bir ses işittim: "Yusuf, kalk Allah'a dua et, seni öldürmeye geliyorlar." Ben de dua ettim:
- "Allah'ım, şu şu arkadaşları benim evime gönder" dedim.
Psikolojik rahatsızlıkları olan komşusu, birkaç kişiyi yanına alıp elinde bir zincirle kapıya dayanmış. Tam o sırada isim isim saydığı o arkadaşları gelmiş, kendisini kurtarmışlar.
Yusuf, hayatının düzene girmesi için Müslüman birisiyle evlenmesi gerektiğini düşünmüş. O sıralarda evliliğiyle alakalı üç rüya görmüş. Birincisinde bir arkadaşıyla birlikte üçakla Türkiye'ye gidiyorlar. İkincisinde hanımının evini, kendisini ve isminin Fatma veya Fadime olduğunu, üçüncüsünde ise hanımıyla babası arasında bir tartışma görüyor.
Aradan bir müddet geçtikten sonra bir Türk arkadaşı, evlilik hususunda kendisine yardımcı olmak istediğini söylüyor ve birlikte uçakla Türkiye'ye gidiyorlar. Konya'da birkaç kişiyle görüşüyor, fakat Yusuf rüyasındaki evi ve hanımını bulamıyor. Daha sonra bir köyden bir ailenin kızıyla görüştürmeye karar veriyorlar.
Yusuf arabayla köye geliyor ve daha arabadan inmeden kızın ismini soruyor. Fatma olduğunu, bazen de Fadime diye diye hitap ettiklerini öğrenince sevincinden "Allahu Ekber!" deyip sıçrıyor.
Evde, müstakbel gelinin ikram ettiği kahveyi içerken çok utandığını, buram buram terlediğini söyledi. Eski hayatını düşününce, onu değiştiren dinamiklerin ne kadar sağlam olduğunu bir kez daha tasdik ettik.
Evlilikten sonra gördüğü rüyalardan hanımına da bahsetmiş. Hatta babasıyla aralarında geçen tartışmayı bile cümle cümle nakletmiş. Hanımı da:
- "Sen nereden biliyorsun bunları" diye şaşkınlığını ifade etmiş. Kaderin garip bir cilvesi olarak kendisi de hep Avrupalı bir Müslüman'la evlenmek için dua edermiş.
Yusuf başından geçen bir hadiseyi daha anlattı:
- Bir gün Almanya'daki bir arkadaşımı çok özledim. Fakat bende adresi yoktu. Yine de Almanya'ya gittim. Bir taksiye bindim ve taksiciye beni herhangi bir camiye götürmesini söyledim. Caminin önünde inip kaldırımda yürürken arkamdan bir ses işittim: "Yusuf, ne arıyorsun burada?" Arkadaşım bana sesleniyordu.
Bu tür garip hadiselerden ve daha önceleri duyduğu seslerden oldukça etkilenmiş olmalı ki, bir ara doktoruna bunların sebebini sormuş. Doktor, halüsinasyon deyip geçiştirmiş. Bize de sebebini sordu:
- "Samimiyet ve ihlas" dedik.
Samimiyette çevresine de oldukça tesir etmiş. Bir gün bir Türk arkadaşına:
- "Sen cuma Müslümanısın" demiş. Arkadaşı böyle bir şeyi, sonradan Müslüman olmuş birinden işitince vurulmuşa dönmüş. Aradan çok geçmeden o da beş vakit namaz kılmaya başlamış.
Bir gece rüyasında şeytanı görmüş, şöyle anlattı rüyasını:
- Elinde süslü süslü yüzükler vardı. İnsanlar sıraya girmiş elini öpüyordu. Ama ben öpmedim.
Yusuf, dünyanın süri ve fani güzelliklerinin insanı tatmin edemeyeceğini idrak etmiş. Şimdi dünyaya değil, Allah'a teslim olmuş kardeşlerini hararetle kucaklıyor.
Hayatın geçmiş ve gelecek aynaları arasındaki yansımaları kaderi cilveler halinde tezahür etmiş. İlkokula giderken Arapça harfleriyle "Allah", "Allah" yazdığını şimdilerde fark ettiğini söyledi. (Yusuf Alan)
alıntı
Forumda şiir sever arkadaşların olması güzel ilerde yazdıklarımı eklerim belki :)
BU DAĞLARDA BİR ARSLAN GEZER
Bu dağlarda bir Aslan gezer;
Ezer,kara toprağın kara bağrını ezer
Koyunlara,kurtlara,çakallara;
O dağları hep etti mezar.
Kükredi,kükredi de geçit vermedi.
Öyle bir Aslan ,öyle bir kahraman ki,
Dünyanın hiçbir yerinde görülmedi.
Ezer, kara toprağın kara bahtını ezer;
Ezerde,taşına toprağına zarar getirmedi.
Hey oğul,sen gördün mü o Aslan’ı
Sakarya’da,Dumlupınar’da ?
O, atalarının sancağını taşıyordu
Bir öldü, bin dirildi;
Yine şehit düştü bu yerde.
Bak, şurada bir anıt mezar;
Dalgalanan bu bayrakta,onun hatırası var.
Sen,şehit oğlu, şehit torunusun;
Bastığın bu topraklarda kefensiz yatan var.
Nice Alayları,bin defa;
Biz gömmedik mi bu yerlere ?
Düşen hain toplar,onları;
Çıkarmadı mı göklere !?
Hey oğul ,
Hiçbir kuvvet;
Türk’ün bileğini bükemez
Tarihler yazmadı mı ;
Çanakkale geçilemez ?
Ancak;
“En büyük düşman içimizde”
Asırlardır, o hain ölmedi
Viyana kapılarına dayandık amma
Yalnız, ona gücümüz yetmedi.
Hey oğul, dinle beni
Kuran-ı Kerim de gördün mü yerini ?
Sen, doğduğunda asker,öldüğünde şehitsin
Sakın ihanet etme, ne Ata’na ne Vatana
Sen, Hızır’dan da üstünsün
Çünkü; sen,doğudan doğdurulup Allah emri ile giden
Türk oğlu Türksün
Bu dağlarda bir Aslan gezer;
Gezer,kara toprağın kara bağrında gezer
Koyunlara,kurtlara,çakallara,
Bu dağları hep etti mezar.
alıntı
İbrahimKC
28/07/2008, 23:29
HAYAT…
Gidene kal demeyeceksin...
Gidene kal demek zavallılara,
Kalana git demek terbiyesizlere,
Dönmeyene dön demek acizlere,
Hak edene git demek asillere yakışır
Kimseye hak etmediğinden fazla değer verme,yoksa değersiz olan hep
sen olursun...
Düşün...
Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter...
Yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşama
sevgisini...
Ya çare sizsiniz yada çaresizsiniz...
Öyle bir hayat yaşadım ki cenneti de gördüm cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki tutkuyu da gördüm pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden, kendimi bir sahnede buldum
Oynadım.
Öyle bir rol vermişlerdi ki okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde, hem kızdım hem güldüm halime.
Sonra dedim ki söz ver kendine
Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı biliyorsan düşmeyi de bileceksin,
Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredeceksin.
Öyle hayat yaşadım ki son yolculukları erken tanıdım.
Öyle değerliymiş ki zaman hep acele etmem bundan anladım.
NIETSZCHE
ölme ne olursun
Karla kaplı kaldırımda kayıp düşmemek için ağır ağır yürürken birkaç gündür diline doladığı Manga&Göksel Dursun Zaman isimli şarkıyı mırıldanıyordu.. “Her sabah doğan güneş bir sabah doğmaz oldu, elleri ellerimden kayıp giden yıldız oldu..” ve tekrar başa dönüp “Her sabah doğan güneş bir sabah doğmaz oldu, elleri ellerimden kayıp giden yıldız oldu..” ve tekrar başa, tekrar başa..
Metro’dan evine kadar olan o mesafede hep aynı bölümü tekrarladı.. Gözyaşları öyle güçlü bir şekilde dış dünyaya açılma gayreti içerisinde olsalar da odasına kadar sabredebildi..
Odasının ışığını yakmadan koltuğuna oturdu ve sessiz hıçkırıklarla ağladı.. En son 1999 yaz mevsiminde bu kadar yoğun ve güçlüydü yanağından süzülen yaşlar..Bir süre sonra odasının soğukluğuyla kendisine geldi, sigarasını yaktı, bilgisayarını açtı ve yazmaya başladı;
“Yıllarca hep O’nu bekledim, mutlaka gelecekti çünkü O’da beni bekliyordu.. Biliyorduk bir gün bir şekilde karşılaşacaktık ve ilk karşılaştığımızda bulduk diyecektik.. Bu derece emindim ve yıllarca “ acaba O mu? “ diyerek başka ellerde, başka gözlerde, başka dudaklarda onu aradım.. Üniversite yıllarımdı ve bir sonbahar gününde O geldi.. Muhteşem güzelliğiyle, zekasıyla ve adına da çok yakışan göz alıcı ışıltısıyla “Güneş” bir gün geldi.. Öyle derin, öyle sevecen, öyle harikulade bir şekilde geldi ki ve öyle ışık saçıyordu ki gözleri, geçmişimdeki tüm karanlıkları dahi aydınlattı.. Artık sabah doğan akşam batan güneşe ihtiyacım yok diye düşünmeye başlamıştım.. Güneş’im her şeye yetecekti, beni ısıtacak aydınlatacaktı.. Birbirimizi tanımak tanıtmak için hiç uğraşmadık çünkü dediğim gibi biz birbirimizi bekliyorduk, tanıyorduk.. Ve her şey o kadar güzeldi ki birlikteyken, biraz ayrı kalsak o muhteşem dakikaları çok özlüyorduk.. Artık yetmiyordu birkaç saatlik görüşmeler, bunu anlamıştık.. Birlikte uyuyup birlikte uyanmak nedir bunu da yaşamıştık ama bir-iki günle yetinmemiz artık olanaksızdı.. Birlikte yaşlanmalıydık, buna inanmıştık.. Güneş ve ben.. “Birde oğlumuz olsun adını Kurtuluş koyalım” teklifimi öyle tebessümle karşılamış ve o kadar tatlı boynuma sarılmıştı ki o an şu birkaç yıl hemen bitsinde mezun olup sonsuzluğa imza atalım istedim..”
“1999 baharı her şeyi ile muhteşem bir şekilde Güneş ile birlikte geçti gitti ve sıcaklığı ile bunaltan yaz mevsimi geldi.. O zamanları daha çok Beşiktaş ve Ortaköy’deki sahildeki çay bahçelerinde değerlendirdik. Ve asla vazgeçemediğimiz hafta sonu ada turlarımız, fayton..
İyi hatırlıyorum çok sıcak bir Pazartesi akşamıydı, Beşiktaş sahilde küçücük taburelerin olduğu salaş çay bahçesinde (Şu sıralar Barbaros Hayrettin Paşa iskelesi olarak adı geçen iskelenin yanı) çaylarımızı yudumlarken bir anda Güneş’e bir şeyler olmuştu. Rengi solmuş, durgunlaşmış, ışıltısı yok olmuştu..
-Neyin var Güneş? Bir anda durgunlaştın seni hiç böyle görmemiştim?
-İçime bir sıkıntı saplandı, ilk defa bu denli bir şey oluyor bu yüzden tarif edemiyorum nedenini çözemiyorum..
-Kalkalım mı? Yürüyelim ister misin?
-Hayır, sen burayı çok seviyorsun.. Kalalım ve sadece beni sevdiğini söyle..
-Sen normal değilsin Güneş, öyle ise bende normal olmayacağım..
Ayağa kalktım ve her zaman tamamı dolu olan çay bahçesindeki ve çevresindeki insanlara aldırmadan bağırabildiğim kadar bağırdım “SENİ SEVİYORUM..!” Şok olmuştu. Ellerinden tutup ayağa kaldırdım ve sımsıkı sarıldık. Gülenler de oldu alkışlayanlar da.. Hiç aldırmadan sarıldık ve sonra yüzüne baktığımda parıl parıl parlıyordu Güneşim, kendine gelmişti.. Sonra çay bahçesinden ayrıldık, yolu uzundu, Beşiktaş’tan Avcılar’a gidecekti bu yüzden geç olmadan onu evine uğurladım.. Ben de evime gitmek için otobüste bir cam kenarına oturdum, camda onun o hali beliriyor içim ürperiyordu.. Ne olmuştu acaba? düşüncesi içinde evime ulaştım. Odamda masamın üzerine O’nun yerleştirdiği ve ikimizin yan yana olduğu resim vardı. Alıp uzun uzun O’na baktım.. O’nun o muhteşem tatlılığına daldım ve bir süre sonra telefonum çaldı;
Ben evime geldim özlediğim.
-İyisin di mi?
-Nasıl iyi olmam ki çay bahçesinde yaptığından sonra. Eve gelene kadar düşündüm ve karar verdim. Sen delisin ve ben bir deliyi seviyorum..
-Deliyim evet aksini hiç iddia etmedim ki.
Sonra birkaç hoş söz ve gülüşmeler eşliğinde telefon görüşmemizi bitirdik. İçim rahatlamıştı ve neşeli şekilde salona geçtim. Neşeli halim televizyona konsantre olmuş ev arkadaşımın da gözünden kaçmamış olacak ki sordu;
-Hayırdır yüzünde güller açmış..
-Güller güneşi severler bilirsin.
-Ha o mesele, bu arada benim yarın doğum günüm bilesin.
-Nasıl yarın?
-Eee 17 Ağustos işte..
-Tamam yapacakların belli. Pasta, kola, mum falan al, akşam sen mumları üflerken resmini çekerim, sonra doğum günün kutlu olsun derim. Nasıl ama?
Salonda bu neşeli sohbet ile saat baya ilerlemişti. Odama gidip yatağıma uzandığımda saat 00:30 civarıydı.Karışık düşünceler içerisinde uykuya daldım. Derken gecenin sessizliğini yırtan telefonumun sesi ile ansızın uyandım, arayan O idi;
-Bilirsin sana kıyamam, bu saatte asla aramam uyandırmam seni ama sesini duymak istedim.
-Güneş, bak bana doğruyu söyle neyin var?
-Yemin ederim bilmiyorum, tek bildiğim uyuyamadığım.Ve bir de sesini duymak zorundaydım.
-Nasıl zorundaydım? Nedir bu? Ne olur söyle? Neyin var Güneş?
-Bilmiyorum, bilmiyorum, bilmiyorum…
-Bak aklından tüm kötü düşünceleri at ve uykuya dal, yarın bu konuyu mutlaka konuşacağız..
-Tamam hayatım, seni seviyorum, iyi uykular.
-Bende seni seviyorum Güneşim.. iyi uykular.
Aklım iyice karışmıştı, yarın ne olduğunu mutlaka öğrenmeliydim. 15-20 dakika tavana bakarak düşüncelere daldım.. Derken ondan bir mesaj geldi.. “Beni hiç bırakmayacaksın di mi? Hiç bir şey bizi ayırmayacak di mi?” “O nasıl söz Güneş’im, sen bir sabah doğmasan zifiri karanlıkta ben yaşayabilir miyim sanıyorsun? Seninleyim ve bizi ancak ölüm ayırabilir, başka bir neden asla olamaz..”
Mesajı gönderdiğimde O’nun artık rahatça uyuyabileceğini düşünürken o da neydi??? Çok derinden çok garip bir gürültü. Nedir bu?? Yataktan kalkamıyorum. Olağandışı bir sarsıntı.. Nedir bu Allah’ım!! Neler oluyor? Güneş.. Güneş.. Deprem..!?!?!?! Nasıl bir şeydir bu, kendimi sokağa atmalıydım.. Yatağımın yanındaki telefonu iradem dışında alarak kapıya doğru yöneldim.. Yürüyemiyordum, her yer sallanıyor durmuyordu.. Apartman boşluğuna ulaştığımda herkeste bir panik, ev arkadaşımın gözlerindeki dehşet, bağrışmalar, çocukların ağlamaları.. Merdivenlerde korku dolu gözler, anında kesilen elektrik, her yer kapkaranlık.. Uzun süren sarsıntı yeni durmuştu ve caddeye fırladığımda herkes oradaydı.. Ailem?? Güneş..?? Güneş’i aramalıydım, ailem uzaktaydı, orada hissetmemişlerdir bile diye düşünerek Güneşi aramalıyım dedim.. Güneş.. Güneş.. Aç telefonu!! Lanet olsun! Güneş aç telefonu! Sonra lanet olası şebeke problemleri.. Güneşe ulaşmalıydım, komşumuz Kemal Abi, arabasını istediğimde o korku-panik halinde hiç düşünmeden “Al ama anahtar yukarıda kaldı” dedi.. İçimdeki o korku öylesine yok olmuştu ki, direk herkesin uzak durduğu apartman boşluğundan Kemal Abinin dairesine ulaştım.. Aşağıya fırladığımda herkesin yüzünde o kapkara korkuyu yeniden gördüm.. Arabaya bindim ve gidebileceğim en kestirme yollardan Avcılar’a doğru yola çıktım.. Ne kadar sürdü bilmiyorum sonunda Güneş’in oturduğu evin sokağına ulaştım. Sokağın başında bir panik.. Arabadan indim ve kalabalığı yararak o sokağa girdim. Sokağın diğer ucuna yakın, açık mavi mozaiklerle kaplı bir binaydı.. Koştum.. Olamazdı, bina yoktu, vardı ama yoktu..Yedi katlı bu bina yıkılmış beton enkazına dönmüştü.. Çıldırmak üzereydim.. Güneş diye haykırıyordum.. Hiçbir yerden O’nun sesi gelmiyordu.. Etraftaki insanların içinde onu aradım.. Yoktu, hayır o enkazın altında olamazdı.. Güneşim orada olamazdı..! Panik içinde bağırmaya devam ettim. Enkaz üzerine doğru çıkarak elime geçen tüm taş parçalarını, kiremitleri sokağa doğru fırlatıyordum.. Bir polis memuru yanıma yaklaşarak “Sabaha doğru kurtarma ekipleri gelecek, onlar gelene dek enkazın üzerinde yapacağınız bilinçsiz hareketler enkaz altında yaşama şansı olanların bu şanslarını azaltabilir..” diyerek koluma girdi ve beni enkazdan 10 metre uzakta bir kaldırım üzerine oturttu.. Hayır Güneş’e bir şey olmuş olamazdı.. Yaşayacaktı, o muhteşem güzelliği ile karşıma oturup gülümseyecekti bana..
Sabah kurtarma ekipleri geldi, Güneş’i kurtaracaklardı.. Gücümün sonuna dek kurtarma ekiplerine yardım ettim ama olmuyordu.. Yedi katlı binanın ikinci katında yaşıyordu Güneş ve bina olduğu yere çökmüştü.. Kurtarma ekibi olağanca hızıyla çalışıyordu. Saatler ilerledikçe herkes umudunu yavaş yavaş yitiriyordu. Ben ise O’nun beni asla bırakmayacağını biliyordum. Ellerim beton kütlelerini kaldırmaya çalışmaktan parçalanmıştı ama yorgunluk hiç hissetmiyordum.. Sesimin kısılmış olmasına rağmen tüm gücümle bağırmaya çabalıyordum.. Ve bu çabalar içerisinde çok uzun saatler geçti.. Tehlikeli saatler gelmişti ve artık herkes bu saatten sonra yaşaması mucize olacaktır şeklinde mırıldanıyordu.. Ve yaklaşık 40 saat sonra bir hareketlenme oldu enkaz çevresinde. Kurtarma ekipleri elleriyle birbirlerine işaretler yapıyorlar, ben ise ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.. Hemen enkazın üzerine gittim.. Oradaydı..! Güneşim oradaydı..! Sadece saçı ve biraz da sırtı görünüyordu ve üzerinde geçmişte benim olan ve bundan bir ay önce o istediği için ona hediye ettiğim t-shirtüm vardı. Hiç sesi çıkmıyordu, kimseye yanıt vermiyordu. O sıra birkaç makine ile onu çıkartmak için betonları kaldırdılar, beton demirlerini kestiler.. Bu iş 1-2 saat sürdü ve sonunda ekipten birkaç kişi sakince O’nu yukarı doğru çekip bir sedyeye yatırdılar. Güneşim diye haykırarak eğildim O’na doğru. Gözleri kapalıydı, hiçbir yaşam belirtisi göstermiyordu ama hala o ilk gördüğüm günkü parıltısını saçıyordu, hiçbir yara izi yoktu.. Ekipten doktor olduğunu söyleyen adam O’na doğru eğildi.. Ve kısa bir süre sonra adamın yüzü bir anda beton griliğine büründü.. Hayır kötü bir şey söylememeliydi.. Hayır Güneş’im ölmüş olamazdı..
Adam titreyen sesi ile bir elini omzuma koyarak “O’nu kurtaramadık evladım..” dediğinde Güneş’e doğru eğilip sımsıkı sarıldım bir eli kolyesine kenetlenmiş cansız bedenine.. Sonrasını ise hatırlamıyor belki de hatırlamak istemiyordum..”
Geçen 6,5 senenin birikimini ilk defa yazıya döküyordu adam ve gözyaşlarının ıslattığı yanağı parlıyordu florasan ışığında.. Şarkının şu sözleri ise her şeyi ile O’nu yaşatıyordu odasının her tarafında.. “Her sabah doğan güneş bir sabah doğmaz oldu..Elleri ellerimden kayıp giden yıldız oldu..” “Giderken bıraktığın bütün renkler siyah oldu..” Ve yeniden O’nu son gordüğü anı hatırlıyordu ; Güneş’in cansız bedenine sarıldığında, Güneş’in bir eli kolyesine kenetlenmiş, diğer eli ise sımsıkı cep telefonunu sarmıştı.. Cep telefonunu Güneş’in avucundan çekip aldığında telefonun ekranındaki, Güneş’in o felaket gecesinde sevdiğine cevap olarak yazdığı ama belli ki göndermeye fırsat bulamadığı “Bizi ölüm bile ayırmasın..” cümlesine cevap verircesine “Güneş’im, bizi ancak ölüm ayırır demiştim.. Yanılmışım Güneş’im..! Yanılmışım..! Hala bendesin Güneş’im..” diye bağırarak hıçkırıklarla ağlıyordu.. 17 Ağustos 1999 Saat 03:02’deki büyük depremde doğa, bir bedeni diğer bedene işte bu şekilde taşıyordu..
alıntı
yaşanmış gercek olay ben cok etkilendim paylaşmak istedim
sevdiğin kadar sevilirsin
Her şey sende gizli
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerin uzağı gördüğü kadar genç
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin
Yaşadıklarını kar sayma
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün
Gülebildiğin kadar mutlusun üzülme
Bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi
Sevdiğin kadar sevileceksin
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin
Bunu da öğren;
SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN…
can dündar
erdiyilmaz
12/10/2008, 16:50
...
zembereği boşaLmış sözcükLerin
akrepLe yeLkovan öpüşüyor onikide
bütün ziLLer vaktinde vuruyor,
tembeLLik edip gitmeyeceğim
kusura bakma öLüm
bugün de gecikeceğim
sessizLik çökmüş kentin sokakLarına
martıLar uykuya daLmış
kar bütün izLerini örtmeye hazır
randevuLarımıza sadığımdır sektirmem saatini ama bu sefer tembeLLiğim tuttu, öLüm daha çok bekLersin beni…
şimdi kış öLümün vaktidir derLer ve tecrübeLerimden biLirim kışın öLene söverLer.
kusura bakma öLüm
ben ardımdan sövdürmem.
bu randevuya asLa geLmem.
bu şiirin içinden tren de geçebiLir
uçak da
vapur da
bütün teknoLojik öLüm aLetLeri de
ama hiç birine binmeyeceğim
kusura bakma öLüm
geLmeyeceğim
...
Renkleri toprağa karışır,
TEN RENGİ olur gökyüzüne yükselen ruhlar,
Gabar dağında sis var namluların ucunda,
barut kokar sinsi sabahlar,
Ten rengi olur umutlar,
ten rengi olur bulutlar,
ten rengi olur geleceğe dair tüm umutlar...
Toprakta acıyla yuvarlanır gencecik çelimsiz vücutlar,
herbiri ana kokar,
baba ocağından yeni çıkan endişeli bakışlar...
Hain pusuda,
hain ölüm kapının hemen ardında,
kan dolu,
kin dolu,
kusmakta gecikmez zaferini can evinin ortasına,
Vatanı parçalamaktır,
bayrağı yakmaktır amacı,
sınırların kalalerinde,
burçları yıkmaktır.
Şehadet kokar gencecik bedenlerden yayılan,
taze kanın kızıl rengi,
damladıkça ay yıldızlı bayrağa,
şehadet kokar postallarındaki adımlardan süzülen iman,
Renkleri toprağa karışır,
ardında kalan ağıtla,
ten rengi olur bulutlar,
ten rengi olur geleceğe dair tüm umutlar,
tabutuna sarılan ağıtlara karışır,
son yankılar...
Yastadır,
arkada kalanlar,
yastadır baba ocağındaki analar, kardaşlar, bacılar,
yastadır mektup yazılan sevdalar...
ŞİİR YAZMA GÜNÜDÜR BUGÜN,
hem de tam günüdür,
alev alır kalemimde mısralar,
düştüğü yeri yakar,
sayfalara gözyaşlarım damlar,
Renkleri toprağa karışır,
Şırnakta tüm köşe bucak,
memleket kokar,
memleket kokar nişanlı kızların dilindeki ağıtlar...
Renkleri toprağa karışır,
düşman hain pusuda,
mayınlar patlar,
barut kokar masmavi bulutlar,
ten rengi olur gökyüzüne süzülen ruhlar,
ten rengi olur masmavi bulutlar,
ten rengi olur geleceğe dair tutkular...
Ten rengi olur.
alıntı
GaladrieL
04/11/2008, 16:08
İngilizce oluşu ukalalık gibi algılanmaz umarım, çünkü orijinal haline saygı duyuyorum fazlasıyla ve en süper çeviride bile gerçekte ifade ettiklerini yakalıyamıyorsunuz bazen..
Her müzik severin arşivinde bulunmasını şiddetle tavsiye ettiğim bir parça..
For old times' sake The Cure - To Wish Impossible Things;
remember how it used to be
when the sun would fill up the sky
remember how we used to feel
those days would never end
remember how it used to be
when the stars would fill the sky
remember how we used to dream
those s would never end
it was the sweetness of your skin
it was the hope of all we might have been
that fills me the hope to wish
impossible things
but now the sun shines cold
and all the sky is grey
the stars are dimmed by clouds and tears
and all i wish
is gone away
all i wish
is gone away
Bazen hayalini kurduklarınız başlarda ulaşılabilir olsa da bi bakıyorsunuz zamanla imkansız oluvermişler..Dolayısıyla kurduğunuz her hayalden sonra bir de dönüp elinizdekilere bakın ve şükretmeyi bilin..Ya onlar da olmasaydı??? :ohmy0000:
yaşanmış bir gizemli hikaye
Bir kadın evde tek başına yatıyormuş.O kadar çok hastaymış ki kalkıp telefona bile uzanamıyormuş, eşini aramak için.
Doktor o sırada hastahaneden evine yeni dönmüş.Bir çay yapmış kendine ve balkondan yağan yağmuru seyrediyormuş.Sokakta koşan 6-7 yaşlarında ki ufak kıza takılmış gözü.Ufak kız apartmana girmiş ve doktorun kapısını çalmış.Doktor şaşkınlıkla kapıyı açmış, karşısında üstü yağan yağmurdan sırıl sıklam olmuş ufak bir kız çocuğu duruyormuş.Doktorun sormasına izin vermden ufak kız çocuğu hemen söze atılır ve " Doktor Bey, annem çok hasta ölmek üzere, hemen gitmemiz gerek" der. Tutar doktorun elinden ve eve götürür.
Kapı çalar, kadın güçlükle yataktan kalkar ve kapıyı açar. Ufak kız ortadan kaybolmuştur. Doktor şaşırır, hasta kadına "Ben doktorum der. Ve içeri girip ilk muanesini yapar. Kadın doktoru eşi gönderdi sanır. Fakat şaşkındır, nasıl haberi olmuştu? Biraz konuşucak gücü bulunca doktora sorar: "Buraya nasıl geldiniz? der. Doktor olanları bir bir anlatır.Siyah kazaklı,kırmızı etekli ufak esmer bir kız beni getirdi, kızınızmış der. Kadın yorgun bedenini zorla yataktan kaldırır ve evet kızımdı der.
Köşedeki sandığı açar ve kızının kıyafetlerini oradan çıkarır. Sırılsıklam olmuştur elbiseler. Ve kadın kazağa sarılıp koklayarak ağlamaya başlar. 2 sene önce ağır bir hastalıktan öldü kızım der. Hasta kadın, ıslak elbiselere sarıllır ve " Teşekkürler kızım " der....
ahmetunalcam
13/02/2009, 14:58
Ahmet ünal ÇAM'dan rica
Şiir- ve öykülerimi eklerken mutlaka
Şair-Yazar : Ahmet Ünal ÇAM
diye bilgi de ekleyiniz.
cebhede ezan sustu
Çanakkale cephesinde savaş inanılmaz olaylarla devam ediyordu. İngilizler ve Fransızların başını çektiği itilaf devletleri, sömürgelerinden getirdiği Avustralya, Senagal, Hint askerleriyle beraber Türk askerlerine saldırıyor, siperlere bombalar yağdırıyordu. Özellikle denizden savaş gemilerinin top atışı desteği, bütün cesaretine rağmen Türk askerlerini çok zor durumda bırakıyordu.
Türk komutanlar, sonunda öleceklerini, herhangi bir yardım gelmesinin mümkün olma dığını düşünüyordu. Bu düşüncelere rağmen bir adım geri atmak, bir adım geri çekilmek akıllarının ucundan bile geçmiyordu.
Kan ve barut kokuları arasında savaş meydanına akşamın karanlığı çökerken, Yüzbaşı Tayyar, siperlerine çekilmiş, kimi fırsattan istifade uyumaya çalışan, kimi dertli dertli sıla türküsü söyleyen askerlerine baktı. Vedalaşmak üzere olduğu dostlarına son bakışları gibi bir hüzün gözlerindeydi.
Bu gam ve hüzün dolu atmosferde yüzbaşı Tayyar, yanındaki üsteğmen Hakkı'yla durumu tartışıyordu;
-Cephanemiz ne kadar dayanır?
-Eğer düşman yaklaşmaz, sadece top atışına devam ederse, yarın da yeter komutanım.
-Düşman, sinmiş siperine, denizden ateş açan gemilerinin bizi yok etmesini bekliyor. Göğüs göğüse, mücadeleye fazla yaklaşmıyor.
-Evet komutanım, süngü savaşı şimdi işimize gelir ama süngü savaşında da İngilizler, Fransızlar ön cephede sömürgelerini kullanıyorlar.
-Avustralyalılara mı?
-Hayır komutanım, sadece Avustralyalıları değil.
-Zenci Fransızları mı?
-Komutanım, zenci Fransızlar sandıklarımızın bir kısmı Senegal'liler miş.
Komutan şaşkınlıkla bakarken üsteğmen Hakkı devam etti;
-Bunları esir aldığımız bir Hintli'den öğrendik.
-Hintliden mi? Şu Kötü muamele yapmadığımız halde, öğleden sonra bir ağlama tutturdu, susturamadık, ağlayıp duruyor dediğiniz Hintli esir mi?
-Evet komutanım
Komutan güldü;
-Sakın bizde Hintçe bilen biri olduğunu söyleme
-Hayır komutanım. Hintli müslümanmış, Çerkeşli Hafız, Hintli�nin ağlarken Arapça bir şeyler söylediğini duymuş, o konuşmuş.
-Maşallah şu bizim Hafız tekbir getirmeye ara verip tercümanlığa mı başladı? Çağır bakalım neler öğrenmiş.
Erlerden Çerkeşli Hafızı bulup komutanın karşısına getirdiler;
-Emredin komutanım
-Anlat bakalım Hafız, neler öğrendin Hintli esirden.
-Komutanım, kendisi müslümanmış. Bizi öğle namaz kılarken görünce ağlamaya başlamış.
-İyi ya, müslümanlara esir düştü korkmaması gerektiğini söyleyip sustursaydın.
-Esir düştüğü için ağlamıyor ki komutanım. İngilizler, İstanbul'daki müslümanlara Almanlar saldırıyor. Almanlara karşı savaşacağız diye kandırmışlar. Müslümanlara karşı savaştım, belki de öldürmüşümdür diye ağlıyor.
-Hakkı, söyle askerlere de getirsinler bakalım Hintli esiri. Sen kal Hafız, söyle bakalım, düşmanlarımız ön saflarda hep müslümanları mı sürüyor, doru mu bu?
-Evet komutanım, Hintli de söyledi, dün sabah da süngü çatışmamızda, önde ya zenciler vardı, ya da Hintliler.
Komutan, üstteğmen Hakkı'ya döndü;
-Cephanemizin azaldığını biliyorlar ki, dün sabahtan beri uzaktan taciz ateşiyle bize cephane harcatmaya çalışıyorlar.
-Komutanım, eğer cephanemizin bitmek üzere olduğunu anlarlarsa yine piyade hücumuna kalkacaklardır. Bu gün askerlere mermilerde tasarruf yapmalarını söylediğimizden, top atışı ve makineli tüfeğimizi gün boyu kullanmadığımızdan cephanemiz tamamen bitti sanabilirler, yarın saldırma ihtimalleri çok yüksek.
-Hımm, bu saldırı da askerlerimiz ne kadar dayanabilir?
-Kurşunları paylaştırdık, keskin nişancılara fazla kurşun versek de çoğuna ya iki kurşun düştü ya da hiç.
-Hiç mi !.... Kurşunu olmayan askerimiz mi var?
-Var komutanım
Hintli esiri getirmişlerdi, komutan Çerkeşli Hafıza seslendi;
-Öncelikle, Sadece gözetim altında olduğunu, korkmaması gerektiğini söyle. Bizim esirlere kötü davranmadığımızı söyle.
Hafız, komutanın söylediklerini çevirirken, Hintli atılıp yüzbaşının ellerine sarıldı;
-Ne istiyor bu, inanmadı mı söylediklerimize.
Hafız;
-Müslümanlara karşı savaştığı için çok üzülüyormuş komutanım. Beni vurun, diyor.
-Sustur şunu, ağlamasın artık. Olan oldu, yardım etmek istiyorsa sorularımıza cevap versin. Düşmanın asker durumunu, silahlarının, cephanesinin durumunu ne kadar biliyor, bize onu söylesin.
Yüzbaşı, esiri sorgulama sonunda uygun bir çözüm bulamamıştı. Normal şartlarda erleri daha fazla telef etmemek için geri çekilmeliydi ama bu askerlerin görevi gemilerden kıyıya çıkacak düşmanı engellemekti. Geri çekilirlerse, karaya çıkacak düşman karada hızla ilerleyebilecekti, durdurmak çok daha zor olacaktı. Biliyordu ki, son asker de şehit olana kadar bir adım geri atmamalı, son askerin son mermisine kadar düşmanı oyalamalıydılar.
Yüzbaşı'yı uyku tutmamış, muhtemelen son geceleri olan bu gecede sabaha kadar bir çadırda dolanmış, bir siperlerdeki askerlerinin yanına gitmişti. Nöbetçi olmayan askerlerin çoğu uyuyordu. Siperde büzülmüş yatan daha gencecik Tokat'lı Ali'nin üstüne paltosunu bıraktı. Arkadaşlarına uyandırmayın diye işaret edip çadırına döndü.
Askerlerinin yüzü gözünden gitmiyor, sanki çoktan ölmüşler gibi içi yanıyordu.
Kendisi gibi üzgün bir edayla bir o yana bir bu yana dolanan üsteğmen hakkı'ya baktı;
-Düşman cephesine baktın mı?
-Baktım komutanım.
-Hareketliliği görmüşündür.
-Evet komutanım, çok sayıda fenerle koşuşturuyorlar.
-Piyade saldırısına hazırlanıyorlar. Allah'tan ümit kesilmez ama.
-Bizim ümidimiz inşallah ya şehit ya gazi olmaktı komutanım. Allah şu ana kadar gazi olmayı nasip etmedi ama şehitlik yakın, hakkınızı helal ediniz komutanım.
-Helal olsun Hakkı, helal olsun. Hazırlan, askerimize moral vermek için önde savaşalım.
Dışarı çıktılar, yüzbaşı;
-Tan ağarınca saldıracaklardır, askerleri uyandırın, gafil avlanmasınlar.
O esnada Hafız'ın sesi duyuldu, eğitim aldığı belli olan sesiyle saba makamında, kulakları geçip kalplere vuran bir ezan okuyordu.
Yüzbaşı, ezan okuyan Hafızın yanına vardı, huşu ile ezanın bitmesini bekledi. Ezan bitince namaza gitmeden komutanının karşısına geçti;
-Emredin komutanım.
-Oldu mu Hafız bu ezan?
Hafız telaşlandı;
-Yanlış mı okudum komutanım.
-Hayır yanlış okumadın ama bütün müslümanlar duydu mu?
Hafız sağına soluna baktı, siperdekiler de dahil tüm arkadaşlarının duyduğuna emindi. Komutan onun arkadaşlarına bakışına güldü;
-Onları demiyorum be Hafız, Hintli'yi duymadın mı? Karşıda da müslümanlar varmış.
Hafız ne yapacağını bilmez şaşkın beklerken, komutan içinde artan bir ümitle sesini yükseltti;
-Koş hafız, ne kadar sesi güzel askerimiz varsa topla, koş. Hintli'yi de unutma, abdest alıp gelsinler.
Hafız koşarak arkadaşlarını toplar, Hintli esir de gelmişti. Komutanın emriyle sıra sıra dizilirler ve gür sesleriyle sabah ezanını okumaya başlarlar.
Ezan devam ederken yüzbaşı ve üsteğmen dürbünle düşman cephesini incelemek için siperlerin olduğu kısma giderler. Yüzbaşı düşmana baktığında sevinçle üstteğmene sarılır; Senegallilerle Hintliler toplanmış bağrışıyorlar, herhalde müslümanlara karşı savaştırıldıklarını anladılar.
Onların bu sevinci devam ederken, gemilerden top atışı başlar. Atışlardan biri sonunda ezan okuyan askerlerin ortasına düşer. Ezan sesi kesildiğinde yüzbaşı ve üsteğmen askerlerinin yanına koştular.
Komutanından gelen sesin ezan olduğunu, müslümanların ortak çağrısı olduğunu öğrenen İngiliz topçu 5-6 atış sonunda ezan okuyanları vurmayı başarmanın sevinciyle naralar atıyordu; Ezan sustu, Türk cephesinde ezan sustu.
Kıyıda isyan eden müslüman askerlerine bakan komutan öfkeyle söylendi; Ezanı susturmakta geç kaldık. Müslüman askerler çok fazla, ortalık daha fazla karışmadan hemen gitmeliyiz. Çabuk, kıyıdaki askerlerin hepsini toparlayın gemilere çekiliyoruz.
İtilaf kuvvetleri güçleri, sömürge askerlerini de alarak alel acele gemilere bindiler, onlar uzaklaşırken yeniden ezan sesi gelmeye başlamıştı.
Yüzbaşı Tayyar, yerdeki şehit arkadaşlarının üzüntüsüne rağmen, toz duman arasından doğrulup ezana devam eden askerlerine baktı. Hafız'ın sesini duyamayınca bakındı, Hintli esirle yanyana şehit olduğunu fark etti. Yüzbaşı, Bu sabah şehit olurum diye abdest almıştı, yürüdü, Hafız'la Hintli'nin naaşları arasına dikildi. Gözyaşlarını tutamamasına rağmen yüz ifadesindeki metanetle dimdik durdu, askerlerine katılıp ezan okumaya başladı
alıntı
Ahmet ünal ÇAM'dan rica
Şiir- ve öykülerimi eklerken mutlaka
Şair-Yazar : Ahmet Ünal ÇAM
diye bilgi de ekleyiniz.
Sayın Ahmet Ünal Çam çok güzel bir konuya değindiniz bu sebepten dolayı sizi kutlerım ve başarılarınızın devamını dilerim ..
Sevgili abimiz yusuf şenol bu konulara duyarlıdır . Bundan sonra daha fazla özen göstereceğinden eminim ...
ahmetunalcam
13/02/2009, 15:33
Sayın Ahmet Ünal Çam çok güzel bir konuya değindiniz bu sebepten dolayı sizi kutlerım ve başarılarınızın devamını dilerim ..
Sevgili abimiz yusuf şenol bu konulara duyarlıdır . Bundan sonra daha fazla özen göstereceğinden eminim ...
İlginiz ve hassasiyetiniz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
Umut ve Yener
Solgun yüzü her geçen gün biraz daha soluyor, sanki hayat omuzlarina her geçen gün biraz daha yükleniyordu.Yasamdan bikmisti, gözleri yilgin bakiyordu. Isil isil olmasi gereken o gözler sönük ve bitikti sanki...
Umut her gün ölümü biraz daha yaklasmis olarak, daha 21 de ölümü ensesinde hissediyordu. Umut ölüyordu...
Aldigi o kemoterapi denen illet onu daha ölmeden öldürüyordu.. Ilaç sonrasi çektigi aciyi bir tek o biliyordu.. Umut ölüyordu..
Bir seferinde
-Ölmek istemiyorum demisti doktoruna. -Basket takiminda idim, yeni bir klüpten transfer teklifi gelmisti, sonra gitar çaliyorum. Daha çalmasini ögrenmek istedigim çok parça var. Ben bir psikolog olacagim sonra. Bunlari 6 aya nasil sigdiririm söyler misiniz bana ?
diye bagirdi. Umut, sitemi sadece kaderineydi koskoca doktor un gözleri doldu. Umut ölüyordu..
Kendini çok kötü hissettigi bir gün ailesi onu gene apar topar hastaneye kaldirdi. Acil kan gerekiyordu. Aileden kimsenin kani uymadigi için, kan anonsla arandi.
Yener o sirada hastanede yatan bir arkadasini ziyaret etmekte idi.
-Bu kan benim kanimla ayni dedi arkadasina.
Kan vermek için asagi kata kostu..
-Kan verecegim dedi, anons için geldim..
Yener ve Umut bu vesile ile tanistilar. O gün Yener kan verdigi hastayi ziyaret etmek istemisti.. Nereden bilecekti ki o gün tanisacagi bu kisinin hayatinin sonuna kadar onun en iyi dostu olacagini.
-Geçmis olsun dedi Yener Umut'a..
Umut
-Bana kan vermissiniz. Sag olun, ama zahmet olmus, ugrasip durmayin!! Nasilsa ben yakinda ölüp gidecegim, ha bir gün önce, ha bir gün sonra ne fark eder degil mi ?
Yüzünde ki açikça okunan hüznünü, umursamaz tavirlara birakmak istiyordu Umut. Ama pek basarili olamiyordu..
Yener elinde ki gitari yatagin kenarina birakti. Umut o zaman gitari fark etti.. Demek gitar çaliyordu.. Umut'ta çaliyordu ama su illet hastaliga yakalandigi son 9 aydir, eline gitari almamisti.
-Sen daha yasarken pes etmissin, dostum diye basladi söze Yener.
-Bak hayat savas demektir. Kimi ekmek parasi için savasir, kimi bir parça toprak için, sen yasamak için savasmazsan, bu hastalik seni, sen ölmeden gömer,unutma !! diye bitirdi sözünü.
Umut savasmaktan yorulmustu. Artik su ölüm gelse de alsaydi onu, herkesin ona aciyarak bakmasindan bikmisti. Aldigi ilaçlara bagimli yasamaktan nefret ediyordu. Hayattan buz gibi sogumustu. Sanki bos bir mezar bulsa orada ölümü bekleyecekti, o denli bitmisti.
Yener bunlari düsündü.. Umut'u çok iyi anliyordu. Çünkü 2.5 yil önce kaybettigi kiz arkadasi, cani, kelebegi de ayni Umut gibi gözleri önünde daha ölmeden, ölüp gitmisti. Yener ona yardim edememisti, hem onsuz geçecek yillarini düsünüp kendine acimaktan buna vakit bulamamis, hem de Aysegül'de, kelebeginde tam olarak bu hisleri anlayamamisti.. Çünkü Aysegül ile Yener'in de bir parçasi ölüyordu.. Yener kelebegini kaybediyordu. Aysegül'üne yardim edememisti Yener, ama Umut'a edecekti.. O gün buna karar verdi.. Çünkü umudun gözlerinde ki o sönmüs o isik tanidikti.. Aysegül'ün kilerle ayniydi.
-Bende gitar çaliyorum dedi Umut.. Ama artik pek zamanim olmuyor. Çünkü hayatim yatakta geçiyor.
Yener gitarini aldi,
-Simdi gidiyorum, annenlere söyle gitarini getirsinler. Yarin ugradigim da bir konser veririz ne dersin ?
Umut gülümsedi.. Bu çocugu sevmeye mi baslamisti ne? Gitari ellerine aldilar. Yener öyle neseli parçalar çaliyordu ki, Umut'un yüzü uzun zamandir böyle gülmemisti. Ne tesadüftü ki ikisi de ayni yasta idi. Yener milli bir voleybolcu idi, Umut ise bir basketçi. Ikisi de gitar çaliyordu ama Umut ölüyordu. Bu düsünceyi bir türlü aklindan çikaramiyordu Umut. Gülümsemesi yüzünde dondu kaldi. Yener Umut'un yüzün de yeni yeni parlayan isigin yine sönüp gittigini fark etti.
-Ne zaman çikiyorsun hastaneden diye sordu.
-Yarin. Yazlik evimize gidecegiz.
Sonra tekrar yüzünü gülümseme sardi.
-Sende gelsene.
Umutlarin evi denize bakan güzel bir villa idi. Kayaliklar arasinda ki ev kus bakisi tüm körfezi görüyordu..
Yener
-Hadi yüzmeye... Umut
-Ama ben çok halsizim... Yener
-Evde oturmaya devam edersen daha da halsizleseceksin.
-Haklisin dedi Umut..
Kayalara ulastiklarinda en yüksek kayanin uçunda durdu Yener.
-Sence burasi kaç metredir? dedi.
-Bence 3-4 metre var ve su sig.. dedi Umut.
Yener
-Ben buradan atlayacagim dedi.
-Saçmalama, çok tehlikeli dedi Umut.
Yener kayalarin uçuna gitti bir iki dakika durdu ve hiç tereddüt etmeden atladi.. Umut'un rengi atmisti kayanin uçuna kostu. Bir iki dakika soluk alamadi ve Yener'in su yüzüne çikip ona el salladigini görünce bulundugu yere çömeldi ve ellerini basinin arasina alip öylece kaldi..
Yener kiyiya çikmis gülerek geliyordu. Umut'a yaklasti.. Nasil atlayisti diye sordu gülerek. Umut cevap vermedi yine:
-Umut ??? dedi..
Umut basini kaldirdi, agliyordu bagirmaya basladi..
-Sen delirdin mi? ölebilirdin....
Yener Umut'a bakti önce sonra elindeki havluyu yere atip üzerine, Umut'un yanina oturdu..
Gördünüz mü? Umut bey, insanin gözlerinin önünde bir sevdiginin ölüme gitmesi ne kadar zormus ? Tamam, sen kendini düsünmüyorsun, peki anneni de mi de düsünmüyorsun? Dostun Yener'i de mi düsünmüyorsun? Varini yogunu sana harcamaya hazir babani da mi düsünmüyorsun ? Gördün mü sevdiginin eridigini görmek ne zormus? Sen ölmeden gömülmeyi, seçmissin ölümden korkma demiyorum ben de atlamadan önce bir iki saniye korktum ama korkunun ilaci üzerine gitmektir korkunun.. Savas bu korku ile üzerine git, daha savasa baslamadan yenilgiyi kabul ediyorsun? Üzülme bana bir sey olmazdi dedi...
Yener saka ile ekledi
-Yener ölümü bile yener.
Sonra son derece ciddi söyle dedi
-Ve Yener ile Umut bu hastaligi da yenecek... Söz veriyor musun ?
Aglamayi kesmisti Umut, Yener in söylediklerini dikkatle dinliyordu.. Yener bugüne kadar hiç düsünmedigi bir seyi anlamasina yardim etmisti. Onu sevenlerde çok aci çekiyordu. Kendisi ve sevenleri için yasamaliydi.
Yener ayaga kalkti, Umut'a elini uzatti... Kenetlenen bu eller bir illeti, kanseri yenecekti...
O yil yapilan ilik nakli ile umut hayata döndü, ama asil Umut'un hayata dönüs gününü sadece Yener ve Umut biliyordu sicak bir yaz gününde kayalarin üzerinde Umut tekrar dogmustu.
Umut ve Yener dostlugu her yil çig gibi büyüyerek gelisti.. Ta ki geçen sene Yener bir trafik kazasinda son nefesini verene dek.. 43 yasinda ki Umut, onsuzluga alismanin ne zor oldugunu bilerek, ama sevdikleri için hayatin acilarina katlanarak bir yili doldurmustu. Yazlik evlerinin balkonunda yillar önce hayata yeniden dogdugu kayalara bakti.. Ve seslendi
Yener!!!
Küçük çocuk kosarak geldi
-Evet, baba
-Gitar çalmayi ögrenmek istiyorsun, degil mi ?
Çocuk sevinçle bagirdi
-Eveeeeeeeeet
-Kos o zaman, yatagimin bas ucunda asili olan Yener amcanin gitarini getir, o gitar bu günden sonra senin gitarin olacak dedi..
Gerçek bir dostla kanser bile yenilebilir...
Gerçek bir dostunuz var ise hayata her an yeniden dogabilirsiniz..
alıntı
Buruya bir kaç birşeyde ben yazayım güzel bir konu olmuş;
HAYAT
Kitaplar, sayfalar hepsi
Hayat hikayeleriyle yüklü
Manalar manaların içinde yitik
Aklımda kalan bir şiir
Hayattan geriye
Gördüklerimden yaşadıklarımdan
Bende bir mananın kayıtsız
Kalemiyim
Nerde yaşadığını bilmeyen
Kime yazdığını bilmeyen
Bir kalem
Herkez gibi benim bir
Dünyam yok
Şiirlerin içinde
Bazen kaybeden
Bazen kıskanılan
Bazen neşeli
Her zaman yanlız
Bir savaçının dünyası
Yaşadığım kime ait olduğunu bilmediğim
Yaşamın değeri olmadığı
Her şeyin gurur ve onur
Üzerine kurulduğu
Savaşın dünyası
bu konuyu bi canlandırmak lazım... :)
Satılık Rüyalar
İki yıl önce, tuşlar üzerinde ürkek parmaklar gezdire*rek yazarlık serüvenine başlarken, eşimden dinlediğim bir masalı anlatmıştım bu sayfada...
Uzak bir ülkede yaşayan yoksul bir kızı anlatıyordu ma*sal...
Kızcağızın yemek yemeye parası yokmuş ama, birbirin*den renkli, hazinelerce bereketli düşleri varmış... Günlerden bir gün, hayal tacirleri dört bir yana ilanlar asıp, düşlerini sa*tacak olanlara servet vaadetmeye başlamışlar.
Günlerce düşünmüş küçük kız: Bir yanda açlık*tan yorgun düşen dizleri, öte yanda ruhunu yıllardır besleyen düşleri...
Açlığı ağır basmış. Götürüp satmış düşlerini; anlatmış birer birer...
O gece korkunç bir karanlıkta uyanmış. Düşsüz gecelerin ürper*tici ıssızlığında salınmış ruhu...
Sabah erkenden koşup, düş*lerini geri istemiş hayal tacirle*rinden... Ama nafile.
"Artık düşlerin yok" demiş hayal tacirleri... "Onları sattık ve yeni sahipleri çoktan gerçekleştir*diler bile..."
* * *
Amacım, uğruna ömürler ada*nan sloganları olmadık reklamlara yamayanlara, dünün temiz düşlerin*den bugün kirli paralar kazananlara değinmekti. En iyi ecilerin rek*lam cıngılı yaptığı, en iyi ressamla*rın otel duvarı boyadığı, en yete*nekli yönetmenlerin uyduruk klipler çektiği ülkede karnını doyurmak uğruna ide*allerini, düşlerini hayal tacirlerine satanlar, nasıl ra*hat uyuyabileceklerdi?
Ya biz, bu satılık düşler diyarında nasıl ayakta kalacak*tık? Rüyalarımızı da sattıktan sonra neye tutunacaktık?
Küçük bir kız masalını yazdıktan iki yıl sonra, geçenlerde Gündüz Vassaf’ ın "Cennetin Dibi" adlı nefis kitabının içinde "Satılık Rüyalar" başlığı altında anlatılanları okuyunca göz*lerime inanamadım.
Amerikan gazetelerinde çıkan bir haberi aktarıyordu Vassaf... Californialı bir çift Konya'nın köylerinde dolaşır*ken gözaltına alınmışlar ve polise, Michigan Üniversitesi'nde hazırladıkları doktora tezi için malzeme topladıklarını söylemişlerdi.
Topladıkları "malzeme"; rüyalardı.
Habere göre Michigan Üniversitesi, dünya çapında bir rüya arşivi kurmaya karar vermiş ve bu amaçla araştırmacıla*rını dünyanın değişik bölgelerine yollamıştı. Araştırmacılar, anlatılan rüya başına telif olarak 100 dolar ödüyorlardı. Ar*şivde şimdiye kadar 1 milyon civarında rüya birikmişti.
Daha da ilginci üniversitenin "rüya arşivi projesi"nin finansörleriydi: Bu işe para yatıranlar arasında Microsoft, IBM, "Warner Brothers ve Disney, Sony, Benetton gibi dün*ya devleri vardı.
'Koca Bill Gates bizim Konyalıların rü*yasını ne yapsın" demeyin...
Gündüz Vassaf, Vietnam savaşı sırasında Vietnam köylerinde araş*tırma yapan Amerikalı arkeolog*ları örnek göstererek yanıtlıyor bu soruyu: "O akademisyenler, köylülerin destanlarını, efsane*vi kahramanlarını, uğur ve uğursuzluk simgelerini, mitolo*jik korkularını araştırıyorlardı. Toplanan bu verilerin sonradan Pentagon'da değerlendirildiğini ve Amerikan ordusunun özel tim*leri tarafından Vietnam operasyonlarında psikolojik savaş aracı olarak kullanıldığını öğrendik. Vietnamlı köylülerin moralini çökertmek için gece karanlığında helikopterlerle yapılan akınlarda semalardan mito*lojik tanrılar ve efsanevi yaratıklar köylülere sesleniyor, bu savaşın kendi*lerine uğursuzluk getireceğini, topraklarını bereketsiz bırakacağını telkin ediyordu."
* * *
Hazır olun, pek yakında Microsoft dünya rüyalar katalo*gunu piyasaya sürecek ve siz 100 dolar karşılığı sattığınız rü*yanızı, CD-Rom'da "gerçekleşmiş" olarak izleyeceksiniz. Walt Disney, kâbuslarınızdan korku filmleri çekecek. Benet*ton düşlerinizden kazaklar örecek.
Belki sattığınız rüyadan doğan ürünü almaya paranız yetmeyecek, ama ne gam... Sizde daha ne rüyalar var değil mi?.
Yatarsınız uykuya., sabaha "sermaye" hazır...
Hayırdır inşallah!..
Mutlu rüyalar!..
Can DÜNDAR
Powered by vBulletin® Version 4.2.5 Copyright © 2025 vBulletin Solutions, Inc. All rights reserved.